Görüşme Özeti | Mihail Vasiliadis konuşmasına, nostalji kelimesinin etimolojik kökeninden bahsederek başlar. Türkçe’ye Fransızca’dan geçen kelimenin esasen Yunanca kökenli olduğunu ve iki farklı kelimeden oluştuğunu belirtir. Nostalji, insanın doğduğu yerden uzak olmasından duyduğu buruk acıdır. Doğduğu yerden uzakta olmadığını ancak doğduğu yerlerin kendisinden uzaklaştığını ifade eden Vasiliadis, bu duyguyu ilk defa 28 sene ayrı kaldığı İstanbul’a döndükten sonra hisseder. Yunanlı bir şairin, Türkçe’ye tercüme ettiği Eski Yollar isimli şiirini okur (00:04:48). 28 senelik ayrılığı süresince birkaç defa da olsa İstanbul’a gelir ve yaz tatillerini Burgazada’da geçirir. İstanbul’u görenlerin ona aşık olmaktan kendilerini alamayacağını ve bunun İstanbul’un bir kabiliyeti olduğunu düşünmektedir. İstanbul’u görüp de ona aşık olanların maşukunu aradığını ancak bulamadığını, İstanbul’u bu haliyle görüp aşık olanlara da gıpta ile baktığını ifade eder. Vasiliadis’e göre eski İstanbul artık bir masal olup bugünkü metropol yapısıyla alakası bulunmamaktadır. Sur içi bölgesinden ibaret olan İstanbul’un aslında o yıllarda da, şimdi de bir metropol olduğunu kabul eden Vasiliadis, metropol kelimesinin anlam olarak değiştiğini söyler. 1940’lı yıllardan, İstanbul’dan ayrıldığı 1975 yılının sonuna kadar sur içi bölgesi İstanbul olarak kabul edilmekte ve sur dışı, Yeşilköy mıntıkasına kadar olan meskun yerlerden ibaret sayılmaktadır. Karaköy’ün kendisinden bir önceki nesil için köy olduğunu söyleyen Vasiliadis, kendisi de Feriköy’ün köy olduğu yıllara yetişir. Anne ve babası Çengelköy’de yaşamaktadır. 1940’lı yılların başında kıyıya yakın bir yerde bir cadde açılır. Caddenin açılması için yol üstündeki bir kilisenin yarısı istimlak edilir. Çengelköy sokaklarında seyyar satıcılar dolaşarak taze ekmek satmakta ve cadde üzerindeki yoldan saatte bir otobüs geçmektedir. Deniz tarafından Çengelköy’ün iç taraflarına doğru giden yol da bostanlardan ibaret olup Çengelköy bademi olarak bilinen salatalık yetiştirilmektedir (00:12:58). 1975-2002 yılları arasında Yunanistan’da yaşayan Vasiliadis, 2002’de özellikle Çengelköy’ün iç taraflarının hiç değişmemiş olduğunu, en hızlı değişimin son yıllarda yaşandığını ifade eder. Çengelköy’deki bostanların gözleri bağlı hayvanlarla sulandığını ancak şimdi ne bostanların ne de kuyuların kaldığını ve yerlerine binaların inşa edildiğini anlatır. İstanbul yıllar içinde sadece enine değil boyuna da büyüyerek büyük bir değişim geçirir (00:16:15). İstanbul’un çehresindeki bu dönüşümün müziğe de yansıdığını ifade eden Vasiliadis, bir şarkıdan örnekle musikişinasların İstanbul’un ritmini nasıl yakaladıklarını anlatır (00:18:00). İstanbul’un önemi, geçirdiği bu değişimlere rağmen güzelliğini hala koruyabiliyor olmasındandır (00:18:46). İstanbul’da doğan ve en az 4 nesildir İstanbullu olan Vasiliadis, soyadının etimolojik yapısından yola çıkarak Trabzon kökenli olabileceklerini açıklamaktadır. Bununla ilgili birkaç örnek vererek Kapadokya, Girit ve Arnavutluk bölgelerinde yaşamış Rumların nasıl ayırt edilebileceğinden bahseder. Bir kimsenin İstanbul’un yerlisi olarak kabul edilebilmesi için babasının ve dedesinin İstanbul’da doğmuş olması gerektiğini, çünkü bu süre zarfında İstanbul’un onları İstanbul’a uyduracağını düşünmektedir (00:20:49). Bir vatanının değil memleketinin olduğunu ifade eden Vasiliadis, aynı coğrafyanın insanlarının biraz değişik olsa da temelde benzer bir kültüre sahip olacağına inanır. Mahalle arkadaşlarının çok çeşitli etnik gruplara mensup olduğunu söyleyerek bu arkadaşlarıyla tramvaylara asılıp Bebek’e ya da Beşiktaş’a yüzmeye gittiklerini anlatır. Aynı şekilde mahalle maçlarında bir araya gelen mahalle çocukları da çok az noktada birbirinden ayrılır. Babası vefat ettiğinde Yunanistan mübadillerinden olan Türk komşularının ziyaretini anlatarak farklılıkların sevinçleri ve acıları paylaşmaya engel olamayacağını söyler (00:26:45). Tarlabaşı’nda geçen çocukluk yıllarındaki mahalle ve okul arkadaşlarıyla ilgili bilgiler verir (00:27:56). Diş doktoru olan babasının, Vasiliadis’in Tarlabaşı’nda doğduğu evde bir muayenehanesi vardır. Dedesinin mesleğini tam olarak bilmemekle beraber ticaretle uğraştığını düşünmektedir. Amca ve halalarının eğitim durumlarından bahsederken Taksim ile ilgili bazı bilgiler verir. (00:31:40). Rumların organizasyon biçimleri Osmanlı’daki külliye mantığına yakındır. Her kilisenin içinde muhakkak bir dernek kurularak sosyal, dini ya da kültürel faaliyetlerde bulunulmaktadır. Beyoğlu Spor Kulübü’nün yerinde Beyoğlu Fukaraperver Kadınlar Derneği’nin hizmet verdiğini ve dernek bünyesindeki dispanserde her hafta Rum bir doktorun fakir hastaları muayene ettiğini anlatır. Bu yardımlarda etnik bir ayrım gözetilmeyip sadece fukara kimseler öncelenmektedir (00:37:36). Kurtuluş’taki kilisenin karşı köşesinde bir okul, okulun karşısında bir spor kulübü, spor kulübünün içinde de bir kültür derneği vardır. 1970’li yıllara kadar bu kültür derneğinin çatısı altında tiyatro faaliyetleri yürüten Vasiliadis, o yıllarda Tatavla olarak bilinen Kurtuluş’taki Rum ahaliden bahseder. Rumlar arasındaki maddi gelir farklılıklarına değinerek 1940’lı yıllarda tamamen boşalan Kınalıada manastırının, aileleri yazlığa gidemeyen çocuklar için yazlık bir kampa çevrildiği örneğini verir. Büyükada’daki yetimhanede kalan çocuklar da aynı kurumun çatısı altında çeşitli zanaatları öğrenmek üzere yetiştirilir. Buradan yetişen arkadaşı Petro Markaris’in aldığı eğitimin kalitesi sayesinde Avusturya Lisesi’ne girebildiğini ve kitaplarının dünya dillerine çevrildiğini ifade eder (00:42:32). Rumca bir gazete yayınlayan Vasiliadis, bu gazetede, Aynalıçeşme Rum İlkokulu’nda öğrendiği Rumca'yı kullandığını; eğer lise eğitiminde öğrendiği Rumca'yı kullanacak olursa bugünkü İstanbullu Rumların kendisini anlayamayacağını söyler. İstanbul’da 1923’ten önce yayınlanan Rumca gazeteler bu tarihten sonra kapatılır. Daha sonra 1925’te yayınlanmasına müsaade edilen ilk Rumca gazete bugün Vasiliadis’in çıkarmakta olduğu Apoyevmatini Gazetesi’dir. Gazete, Cumhuriyet Gazetesi ile birlikte Türkiye’nin en eski gazetelerindendir. İlk sayısı, Cumhuriyet Gazetesi'nden birkaç ay sonra basılan gazete, tirajda Cumhuriyet’i çok geride bırakır. Bu durumu, okuma-yazma oranı, Harf İnkılabı ve nüfus mübadelesi gibi başlıklar üzerinden örneklerle açıklar (00:49:14). 21.11.1939 tarihinde doğan Vasiliadis’in babası, doğumundan 10-15 gün önce beyin kanaması geçirir. 01.11.1951 tarihinde vefat eden babasının kendisi için aslında doğumundan önce öldüğünü ifade etmektedir. 1943 yılında tarh edilen Varlık Vergisi nedeniyle evlerine haciz gelir. Bu süreçte 2,5-3 yaşlarında olan Vasiliadis, haciz memurunun evlerine gelişini; hasta babasının yatağından kendi oyuncaklarına kadar pek çok şeye haciz koyulmasını anlatır. Ona göre yaşananların sebebi, bilinçli devlet politikalarıdır (01:01:23). Rumların ve Türklerin birbirleriyle ilişkisinde genelleme yapmanın doğru olmadığını; her iki tarafta da sevdiği ve sevmediği insanlar olduğunu ve olabileceğini ifade eder. 6-7 Eylül Olayları yaşanırken kapıcıları eline bayrak alarak dışarı çıkar ve kalabalığın evlerine girmesini önler. Ancak aynı kapıcı hemen sonra o kalabalığa karışarak yağmaların içinde yer alır. Bu durumun kendisini çok düşündürdüğünü ifade eden Vasiliadis, olayların bu noktaya gelmesini Kıbrıs’ta yaşanan olaylara ve gazetelerdeki nefret söylemine bağlamaktadır (01:07:00). İnsanların ırkları üzerinden değil ancak coğrafyalarından ayrılabileceğini düşünmektedir. Bir Rum’un bir Türk ile evlenmesinin, bir Kanadalı ile evlenmesinden daha farklı olacağını ve anlaşmanın kesinlikle daha kolay olacağını ifade eder (01:10:32). Varlık Vergisi döneminde azınlık olup da sıkıntı yaşamayan bir tek kişi dahi olmaz. Vasiliadis, bu süreçte yaşananları değil insanları birleştiren şeyleri konuşmak istediğini vurgular (01:12:55). Ablası Vasiliki ile aralarında 3 yaş vardır. Ablasının uzun yıllar önce Kanada’da oturan teyzesiyle yaşamaya başladığını, hiç evlenmediğini ve ömrünün Türkiye, Yunanistan ve Kanada üçgeninde geçtiğini belirtir. (01:14:12). 1940’lı yıllarda azınlıklara mensup 20 yaş üstü bütün erkekler kötü koşullara sahip toplama kamplarına götürülmektedir. Evlerine haciz geldikten sonra büyük anneannesinin Çengelköy’deki evinde yaşamaya başlarlar. O yıllarda sokaklarda bekçilerin dolaştığını ve geceleri ışık yakmanın yasak olduğunu anlatır. Harp yıllarında gökyüzü büyük projektörlerle aydınlatılarak kontrol edilir. Beykoz’dan sonrası müstahkem mevki olup askeri bölgedir ve boğaz ve ada vapurlarının gece çalışması yasaktır. O yıllarda ve öncesinde yaşadığı sıkıntıları aşabildiği için huzur bulabildiğini ve bu anılarını çocuklarına anlatırken kişileri değil esas müsebbipleri göstererek anlattığını vurgular (01:22:45). Rum aileler yaşadıkları sıkıntıları çocukların yanında konuşmayarak hem kendilerini hem de çocuklarını muhafaza etmeye çalışır. Rumlar, maddi ve manevi değeri olan bazı eşyalarını Türk komşularına vererek Varlık Vergisi’nin yaptırımlarından kurtarmaya çalışırlar (01:23:57). 1930’lu yıllarda Atina’ya giden anneannesinin bir hatırasından yola çıkarak Almanların Yunanistan’ı işgalinden sonra başlayan iç savaşın sebep ve sonuçlarına değinir. 1946-1949 yılları arasındaki bu savaşın etkilerini Yunanistan’da bugün hala görebilmektedir. İç savaşın şiddetinin başka herhangi bir savaştan daha fazla olacağını vurgular. 1945 yılından sonra verilen Marshall yardımlarıyla bütün Avrupa ülkeleri ekonomik olarak kalkınır ancak Yunanistan bundan faydalanamaz. Bu sebeplerden dolayı İstanbul’daki Rumların Yunanistan’a gitmek gibi bir istekleri olmaz. Ancak İstanbul Rumları kendi aralarında çeşitli yardımlar toplayarak Yunanistan’a gönderir (01:31:10). 1945 yılında savaş bitince Çengelköy’den evlerine dönerek babasının mühürlenen muayenehanesini de kiraya verirler. Odayı Yunanistan’dan gelen bazı tiyatrocular kiralar. Vasiliadis’in tiyatro sevdası da bu sayede ve bu dönemde başlar (01:33:22). Mübadele ile Yunanistan’a gidenler, Türkiye’ye gelenlerden çok daha fazla olup savaştan yeni çıkmış bir ülkede olmanın zorluğunu yaşarlar. Vasiliadis, bu mübadillerin Yunanistan ekonomisine önemli katkılar sağladığını söyler (01:34:46). Rumlar evlerinde Rumca konuşur ancak her Rum aynı Rumca'yı konuşmaz. Örneğin üst düzey bir Rumca konuşan babasının kullandığı bazı kelimeler Yunanistan’da bile çok bilinmemektedir (01:36:41). Sur içinde yaşayan Rumlar, 6-7 Eylül Olayları’ndan sonra Beyoğlu ve Kurtuluş taraflarına taşınmak için uğraşır. 1964 yılında sınır dışı edilmeleriyle de İstanbul’un Rum nüfusu 90 binlerden 30 binlere düşer (01:37:38). Tarlabaşı Bulvarı’nın sol tarafındaki son binanın birkaç bina gerisinde kalan Aynalıçeşme Rum İlkokulu’nu ve ilkokula çok yakın olan doğup büyüdüğü evi tarif eden Vasiliadis, çocukluk yıllarına dönerek bazı anılarını aktarır. Mahalledeki Türk arkadaşlarıyla takım kurarak Türk-Rum maçı yaptıklarını ve karşı takımda Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın da olduğunu söyler. Aynalıçeşme’de Türklerin de yaşadığını ancak azınlıkta olduklarını, Fatih’te Türklerin çoğunlukta olduğunu ve Beyoğlu’nun da bu yönüyle iki eşit parçaya bölünmüş bir nüfus yapısı olduğunu vurgular. Bu bölgelerde yaşayanların sosyoekonomik yapısıyla ilgili bazı bilgiler verir. Bunun dışında Rumların yaşadığı bölgeleri sayarak kilisenin olduğu her yerde mutlaka bir Rum mahallesi olacağını belirtir. 1964’ten önce Rumların yaşadığı Tarlabaşı bölgesinden ve Ahmet Ümit’in Beyoğlu’nun En Güzel Abisi isimli konuyla ilgili kitabından bahseder (01:42:58). | tr_TR |