Mustafa Faruk Özbakan ile sözlü tarih görüşmesi 3. bölüm
Görüşülen Kişi
Özbakan, Mustafa Faruk
Görüşen Kişi
Adlı, Ayşe
Hazırlayan/Destekleyen
Bilim ve Sanat Vakfı (BİSAV)
İstanbul Kalkınma Ajansı (İSTKA)
Metadata
Tüm öğe kaydını gösterGörüşülen Kişi Künye
23.01.1948, İstanbul; T.C.; Erkek; Emekli Coğrafya Öğretmeni
Özet
Mustafa Faruk Özbakan, Samatya’nın zaman içinde gösterdiği değişiklikten söz eder. Semtin sahilindeki yalılar, Bedrettin Dalan döneminde sahilleri halka açmak gayesiyle yıkılır. 1940’larda demiryolu ile deniz arasındaki kısım imara kapalı, yeşil alan hükmündedir. Belediyeler mevcut yapıların yıkılıp yeniden inşasına izin vermemektedir. Bu hukuki kısıtlama sebebiyle Narlıkapı civarındaki eski evlerin yerine yenilerinin yapılması mümkün olmaz. Bu sebeple muhit yakın zamanlarda, birkaç istisna dışında, bölge sakinleri tarafından terk edilmiştir. Kiraların düşmesi sebebiyle Samatya düşük gelirli kesime ev sahipliği yapmaya başlar (06:35). Semtin tren yolunun üst kısmında kalan yerleri de zaman içinde değişiklik geçirir. Geniş boş arsaların bulunduğu alanlara dar sokaklı, yüksek binalı yeni yerleşim yerleri açılır. Bu yeni alanlara da yine düşük gelirli insanlar yerleşir. 1940’larda ekonomik karşılığı Arnavutköy’le aynı seviyede olan Samatya, bu sebeplerle zaman içinde ciddi bir gerileme yaşar (07:40). Pazar içi ve Çarşı Meydanı’nda, Kumkapı’ya alternatif teşkil edecek içkili mekanlar açılır. Özbakan, Samatya’yı İkinci Bahar dizisinin meşhur ettiğini kaydeder (09:00). Özbakan’ın anne ve babası vefatlarına kadar Samatya’da yaşar (09:05). Babasının milliyetçi ve muhafazakar bir kimliğe sahip olduğuna işaret eden Özbakan, babası Fikri Bey’in Edirnekapı Şehitliği’nde mezar yeri almasının sebeplerini anlatır (12:20). Boğaz Köprüsü’nün ve bağlantı yollarının inşası, boğazın iki yakasında bir takım değişikliklere sebep olur. Özbakan’ın ilk hatırladığı, çocukluğunda gittiği Küçüksu Çayırı’nın ortadan kalkışıdır (13:20). Köprünün açılması İstanbul’u hareketlendirir. Ulaşım için denizyolu dışında seçeneği olmayan İstanbullular, köprü sayesinde hızlı seyahat imkanı elde eder. Vapur trafiği ve bozuk yollar sebebiyle önceleri 4-5 saat süren Levent-Şile yolculukları, köprünün ve yeni yolların ardından bir saate düşer (14:45). Şehir hayatını uzun yıllar zora sokan hava kirliliği, susuzluk gibi sorunların da İstanbul’un kontrolsüz büyümesinden kaynaklandığını düşünmektedir (15:40). Kanalizasyonların denize akıtılması denizin kirlenmesinin öncelikli sebebidir. Suyun kirlenmesi, deniz canlılarının tükenmesiyle sonuçlanır. Haliç’teki kirliliğin nedeni de Sütlüce kıyılarındaki mezbahalardır. Atıklarını denize veren işletmeler sebebiyle Haliç, uzun yıllar kırmızı renklidir. Kağıthane ve Alibeyköy dereleri üzerine kurulan sanayi tesisleri Haliç’teki su sirkülasyonunu ortadan kaldırır. Bedrettin Dalan’ın belediye başkanlığı döneminde temizlenene kadar Haliç, kötü kokusuyla bilinen bir yerdir. Çocukluğunun bir kısmı Haliç kıyılarında geçen Özbakan, kirliliğin 1970’lerden sonra ortaya çıktığını belirtir (19:10). Yenikapı ve Baltalimanı da yine Bedrettin Dalan döneminde temizlenir (20:32). Özbakan, coğrafyacı kimliği ile hava kirliliği ve hava durumunda yaşanan değişikliğe dair de detaylı bilgiler aktarır. Şehir nüfusunun en hızlı arttığı 1970 ve 1980’li yıllarda kömür tüketiminden kaynaklanan ciddi bir hava kirliliği yaşanır. Şehir nüfusunun az olduğu dönemlerde ısı seviyesi yüksek, kirlilik oranı düşük kok kömürü kullanılmaktadır. Zaman içinde kok kömürü yetersiz kaldığı için linyit kömürüne geçilir. Kirlilik de o yıllarda başlar. Bu sorun, doğalgaz kullanımına geçişle ortadan kalkar (23:13). Özbakan, kömür tüketimi tamamen ortadan kalkmadığı için kış mevsiminde belli bölgelerde hava kirliliğinin devam ettiğini kaydeder (24:00). Taşradan gelen insanlar, şehri kullanmayı bilmemektedir. Kırsal yaşantıyı İstanbul’a taşıyan insanlar sebebiyle karasal bir kirlilik de yaşanır. Özbakan, Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmalarını yetersiz bulduğunu kaydeder. Anadolu’nun İstanbul’a giriş kapıları olan otogarların temiz olmamasını da şehre yeni gelen insanların bundan sonraki tutumları üzerinde etkili olduğunu düşünmektedir (28:00). Zaman içinde sağlık hizmetlerinde de nitelik ve nicelik farkı oluşur. Cerrahpaşa Hastanesi, Özbakan’ın çocukluğunda 3 binada hizmet vermektedir. Samatya Sigorta Hastanesi’nin yerinde İsmail Dümbüllü’nün evi vardır. Çapa Hastanesi Vakıf Guraba’ya bağlıdır. Orası da birkaç tarihi binadan ibaret bir komplekstir. Şehrin diğer hastaneleri Şişli Etfal, Haydarpaşa Numune, Yedikule Ermeni ve Balıklı Rum hastaneleridir (32:00). 1950’lerde düşük ücretler karşılığında evlere muayeneye giden mahalle hekimleri vardır (32:50). Verem hastalığı yaygın olduğu için Verem Savaş dispanserlerinde koruyucu sağlık hizmetleri verilmektedir. Eczacılar, reçeteye yazılan ilaçların bir kısmını kendileri hazırlamaktadır (35:20) Özbakan, sağlık hizmetleri henüz yeterince yaygınlaşmadığı için hastanelerde uzun kuyruklar olduğunu hatırlar (35:50). İdarecilik yaptığı dönemde, göçle İstanbul’a gelen insanların ilk hedeflerinin sigortalı bir iş olduğunu gözlemler. Bir kişinin sağlık güvencesinden onlarca kişi yararlanmaktadır (38:30). Özbakan, güncel sağlık hizmetleri konusundaki eleştirilerini de dile getirir. Sosyal hizmetlerin toplum yerleşik düzene geçtiğinde normalleşeceğini düşünmektedir (41:10). Meslek hayatı boyunca özel eğitim kurumlarında yöneticilik yapar. 40 yılda elde ettiği tecrübeyle Türkiye’de özel eğitimciliğe yönelik değerlendirmelerini aktarır. 1960’lı yıllarda, ortaokul öğrencisi iken Bakırköy’de Özel Çavuşoğlu Koleji’nin varlığından haberdardır. 1950’li yıllarda Beyazıt’ta özel eğitim veren İstiklal isimli bir okul olduğunu da duyar. İstanbul’da az sayıdaki özel okul arasında Arnavutköy Koleji’ni de sayar (45:25). 1972-2005 tarihleri arasında özel okullarda yöneticidir. İlk özel okulları genellikle emekli öğretmenler kurar. Özel okullaşmayı doğuran şartlardan söz eder (49:40). Bu kurumlar, öncelikle yoğun ve zor eğitim sisteminin dışında kalan öğrencilere hitap eder (51:20). Sınıfların kalabalıklaşması ve eğitim kalitesinin düşmesiyle bu kez özel okullar kaliteli hizmet arayışındaki kitleye hizmet sunmaya başlar. Zaman içinde öğretmenlerin öğrenci üzerindeki otoritesi zayıflar (54:05). Turgut Özal dönemindeki liberalleşme ve dışa açılma özel okul sistemini de etkiler. 1983’te Özel Okullar Kanunu’nda değişiklik yapılır ve sistem teşvik edilir. O zamana kadar birkaç vakıf ve emekli öğretmenin kurduğu okullara yenileri eklenir (56:30). Özbakan, bu atılımla birlikte özel okullaşma mantığında da ticarileşmeye yönelik bir değişiklik olduğunu gözlemler. Özel okullar aracılığıyla yabancı dilde eğitim konusunda da ciddi bir ilerleme sağlanır (58:20). Yeni dönem özel okulların yabancı kolejleri model aldığını belirtir. Türkiye’de Amerikan sistemi benimsenir (01:00:00). Türkiye, uluslararası yabancı dil öğretmenleri için pazar haline gelir. Ancak Özbakan’a göre Türkiye, nitelikli öğretmenleri ekonomik nedenlerle alana taşıyamaz (01:03:00). Avni Akyol’un Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde ders geçme kredi sisteminin kabul edilmesi için gayret sarf eder. Bu sistemin öğrenci merkezli olduğunu kaydeden Özbakan, Türkiye’de doğru işletilemediğinden yakınır (01:07:05). Hükümetlerin kalıcı bir eğitim sistemi inşa edememesini de sorun olarak değerlendirmektedir (01:12:05). Özel okullardaki öğrenci profilini, toplumun geçirdiği sosyokültürel değişim açısından da ele alır. 1980 öncesinde çalıştığı okulun ücreti 2250 liradır. Özbakan o tarihlerde 1550 lira maaş almaktadır. Ortalama bir vatandaşın iki aylık maaşıyla çocuğunu özel okula göndermesi mümkündür. Günümüzde okulların yıllık ücreti 25-30 bin lira civarına yükselir. 3 bin lira maaş alan aile reisi, çocuğunu özel okula göndermek için 10 aylık ücretini vermek durumundadır. Özbakan, bu tablodan hareketle artık sadece ticaretle uğraşan kişilerin özel okul hizmeti alabildikleri çıkarımını yapar (01:17:05). Rehberlik sistemi, sermaye el değiştirdikten sonra uygulanmaya konur. Eskiden dayak yiyen çocuklar bile sorun yaşamazken şimdi yan gözle bakmak psikolojik destek gerektirmektedir. Özbakan, bu değişimi fark ettikten sonra emekli olur (01:18:10). 1975 ve 1986 doğumlu iki çocuğu olan Özbakan, aynı ailede yetişen gençlerin bile bu nesil farkından etkilendiğini kaydeder. Aynı fark, eğitim sisteminde genç öğretmenler ve öğrenciler üzerinden takip edilebilmektedir (01:21:56). Okulların hitap ettiği kitle de kendi içinde farklılaşmaktadır. Görev yaptığı okullardan hareketle sosyokültürel bir analiz ortaya koyar. İstanbul’da sur içi, Beyoğlu ve çevresi ve Anadolu yakasında farklı toplumsal tablolar olduğunu belirten Özbakan’a göre bu çeşitlilik aynı bölgelerin okullarına da yansır. Farkı görmek için bu 3 bölgeye giden toplu taşıma araçlarına binmenin yeterli olduğunu düşünmektedir (01:25:17). 1950’li yıllardan beri resmi bayram kutlamalarına katılmaktadır. Kutlamaların, İnönü Stadyumu'ndaki davetiyeli törenlerden okulların spor salonlarına inmesini eleştirir. 1970’li yıllarda resmi törenlerin önemi azalmaya başlar. Okullar kendi programlarını düzenlemek konusunda serbest bırakılır. 27 Mayıs ve 12 Eylül askeri müdahalelerinden sonra törenlerin asker ağırlıklı yapılmaya başlandığına dikkat çeker. 1990’lı yıllarda resmi törenler eski önemini kaybeder. Halk kutlamalara rağbet etmez. İstanbul’un işgalden kurtuluşunun daha ciddi organizasyonlarla kutlanması gerektiğini savunur (01:37:50). Eşi de öğretmen olan Özbakan, iki maaşın İstanbul şartlarında kendilerine ortalama bir standart sağladığını kaydeder. Birikim yapabilmek için okul harici saatlerde çalışmaları gerekir (01:41:40). 1950’nin ortalarından itibaren futbol maçlarını sahalarda izler. Özbakan, maç saatini beklerken gittikleri Dolmabahçe Camii’nde Deniz Müzesi’ndeki objelerin sergilendiğine şahit olur (01:43:45). İnönü Stadyumu 1950’lerde 3 tribünlü bir sahadır. Tribünlerde rakip takımların taraftarları yan yana oturmaktadır. Toplumsal yapıyla birlikte futbol kültürü de değişiklik gösterir. Zamanla tribünlere polis girer. Takımların saha içindeki yerleri ayrılır. Maç sonrası kavgalar yaşanmaya başlar (01:49:50). Özbakan, eşi Verda Hanım’la 1972’de ilk çalıştığı okulda tanışır. Eşi de öğretmendir. Verda Hanım, devlet okuluna tayin olduktan sonra yarım gün çalışmaya başlar. Geri kalan zamanda özel ders vermekte ve çocuklarla ilgilenmektedir. Tanışmalarına okul müdürü vesile olur. 1973’te nişanlanır, bir sene sonra da evlenirler. 1975 ve 1986’da çocukları dünyaya gelir (01:53:25). Ailelerinden uzakta yaşayan arkadaşlarının çocuklarını büyütürken zorlandıklarını gözlemledikleri için kayınvalidesine yakın bir evde oturmayı tercih ederler (01:55:10) 1995’te resmen emekli olan Özbakan, 2005 yılına kadar çalışmaya devam eder (01:55:25). 2000 yılında evlenen kızları 3 çocuk annesidir (01:55:50). 2005’te, yıllarca çalıştıkları için aşina oldukları Levent’e taşınırlar (01:56:30). Özbakan, yurtdışında tanıştığı kız arkadaşıyla evlenen oğullarının ananelere uygun olarak büyüklerin onayı dahilinde hareket ettiğini özellikle ifade eder (01:57:55). Kızına Ayşe İdil ismini veren Özbakan, oğlu için erkek kardeşi olmayan eşinin kızlık soyadı olan Çağdaş’ı tercih eder. Böylelikle kayınpederinin soyadının bir nesil daha devam etmesini sağladığını söyler. (01:59:15). Samatya’da doğup büyüyen Özbakan, Levent’te çalışmaya başladığında yine orada ikamet etmektedir. İş yerine yakın olduğu için evlendikten sonra Şişli’de ev tuttuğunu kaydeder. Ayrıca iki semtin de çok kültürlülük itibarıyla benzer bir sosyolojik yapıya sahip olduğunu düşünmektedir. En bariz fark, toplu taşıma imkanlarının fazlalığı sebebiyle Şişli’de şehirle irtibatın daha rahat olmasıdır. Semt değiştirmesinin sınıf atlamak ya da ekonomik durumunun gelişmesiyle ilgisi olmadığını özellikle belirtir (02:01:56). Kendinden önceki ve sonraki nesil arasında mukayese yapan Özbakan, aradaki değişimi bir örnekle açıklar. Çocukluğunda yemekte tavuk varsa butlar aile büyüklerine servis edilmektedir. Ancak kendisi evlenip çocuk sahibi olduklarında durum tersine döner. Bu kez tavuğun budu çocukların tabağındadır. Ataerkil ailelerden çocukerkil ailelere geçilmiştir (02:05:35). Kendi çocukluğunda okulda öğretmeninden azar işiten çocuk, evde ailesi tarafından da aynı konuyla ilgili azarlanmaktadır. Günümüzde çocukların samimiyetle laubalilik arasındaki çizgiyi geçtiklerini düşünür. Öğretmenlerin bu ilişkiye müdahalesi ise ailelerden tepki çekmektedir (02:07:30). Aradaki geçiş neslinin hep verici olduğu kanaatindedir. Büyüklerinden hep almayı öğrenen yeni neslin kendi çocuklarıyla nasıl bir ilişki kuracağının zamanla görüleceği fikrindedir (02:09:47). Özbakan, Turgut Özal’la birlikte dışa açılmanın yaşandığı 1980’li yıllara kadar iç piyasadaki ürün çeşitliğini tekrar hatırlatır. 1980’li yılların başına kadar bir kişinin üzerinde paketi açılmamış yabancı marka sigara bulundurması yasaktır. Belli bir miktarın üstünde döviz bulundurmak da suç kapsamındadır. Şimdi çocukların oyuncak olarak kullandığı telsizlerin kullanılmasına izin verilmemektedir. 1980 öncesi nesil yokluklar ve yasaklarla şekillenir. Bulunanla yetinmek zorunda kalınmıştır. Bugün her şeyin tüketicinin önünde sınırsızca sergilenmesi aşırı tüketime sebep olmuştur. Özbakan, bu durumun iyi mi yoksa kötü mü olduğu konusunda kararsızdır (02:14:30). Ancak tüketim kültürünün toplumu yozlaştırdığı ve değer yargılarını zayıflattığı kanaatindedir (02:19:20). Özbakan kendisini topluma sağladığı katkı oranında değerli ve mutlu hissettiğini belirtir (02:22:05). Emeklilik dönemini hobilerine ayırmıştır. Çalıştığı dönemlerde yoğun stresten dolayı uyku problemleri yaşar. Ancak emeklilik günlerinde böyle bir sıkıntısı olmadığını ifade eder (02:24:30). Özbakan, Türkiye’de aynı görüntünün bulunduğu birden fazla kartpostalı üst üste yapıştırarak tablo yapımını başlatan kişidir. 1998 yılında eşinin Londra’dan getirdiği bir tabloyu taklit eder. Görenlerin ilgilenmesiyle bu teknik, ülke genelindeki sanat kurslarında öğretilmeye başlanır (02:27:58). Emekli olduktan sonra 1941 yılında kurulmuş olan Türk Coğrafya Kurumu’nda çalışmaya başlar. 2011’de derneğin 70. kuruluş yılı anısına bir tarihçe kitabı hazırlar (02:30:40). Özbakan, emeklilik günlerinin verimli geçirilmesi için çeşitli ilgi alanlarına sahip olmak gerektiğini vurgular (02:32:25). Değişime adapte olduğu için geride bıraktığı hayatın herhangi bir dönemini özlemediğini belirtir (02:35:30). İdarecilik yıllarında öğrencilerinin başarısını yükseltmek maksadıyla çeşitli yöntemler dener. Bu uygulamalarından örnekler veren Özbakan, öğrencilerini kabiliyetlerine göre yönlendirdiklerini anlatır (02:36:40). Yaş ve tecrübenin başarıyı getirdiğini gözlemler (02:39:03). Hayatına yön veren çeşitli isimler olur. Meslek seçimini, lisedeki coğrafya hocasına duyduğu sevgi sayesinde yapar. Meslek hayatında birlikte çalıştığı istişare kabiliyeti yüksek bir müdürü örnek alır (02:40:40). İş hayatı boyunca meslektaşı da olan eşiyle meslek sorunlarını konuşmaz. Eşinden aldığı desteğin kariyerinde önemli olduğunu düşünmektedir (02:41:50). Özbakan son olarak, Sözlü Tarih projesine katılma gerekçesini dile getirir (02:43:10).
Video
Koleksiyon
- Görüşme [3104]
İlgili öğeler
Başlık, yazar, küratör ve konuya göre gösterilen ilgili öğeler.
-
Abdullah Bakımlı ile sözlü tarih görüşmesi
Bakımlı, Abdullah1959 yılında Bingöl’ün Kiğı ilçesine bağlı Arıca köyünde dünyaya gelen Abdullah Bakımlı, doğduğu köyün sonradan Adaklı ilçesine bağlandığını söyler. Bakımlı, hayvancılıkla uğraşan 7 çocuklu bir aileye mensuptur (01:08). ... -
Mihail Vasiliadis ile sözlü tarih görüşmesi 1. bölüm
Vasiliadis, MihailMihail Vasiliadis konuşmasına, nostalji kelimesinin etimolojik kökeninden bahsederek başlar. Türkçe’ye Fransızca’dan geçen kelimenin esasen Yunanca kökenli olduğunu ve iki farklı kelimeden oluştuğunu belirtir. Nostalji, ... -
Mustafa Faruk Özbakan ile sözlü tarih görüşmesi 1. bölüm
Özbakan, Mustafa FarukMustafa Faruk Özbakan, 23.01.1948 tarihinde Samatya’da doğar. Baba tarafından birkaç nesil İstanbullu bir aileye mensuptur. Babasından kalma yazılı belgelere dayanarak soy ağacına dair bilgiler verir. Babası 1904 İstanbul ...