Özet | “Gazete haberlerini hatırladım: “Nükleer santrallerimiz çok güvenli, öyle ki Kızıl Meydan’a bile bir tane yapılabilir, bir semaverden daha zararsızlar. Yıldızlar gibiler, onlarla bütün dünyayı aydınlatacağız.” “Radyasyon neye benzer? Belki filmlerde gösterirler. Hiç gördünüz mü? Beyaz mı? Ne renk? Bazıları ne kokusu, ne de rengi olduğunu söylüyor; başkaları ise siyah olduğunu. Toprak gibi. Ama eğer renksizse o zaman Tanrı gibi bir şeydir. Tanrı her yerdedir ama O’nu göremezsiniz.” “Yağmurdan korkuyorum. Çernobil böyle bir şey. Kardan, ormandan korkuyorum. Bu bir soyutlama, bir akıl oyunu değil, insanca bir duygu. Çernobil evimin içinde. En kıymetli şeyimin, 1986 yılında doğan oğlumun içinde. Şimdi o hasta.” “Eve döndük. Orada giydiğim bütün giysileri çıkarıp çöpe attım. Kasketimi küçük oğluma verdim, onu çok istiyordu. Hep o kasketi giydi. İki yıl sonra oğluma beyin tümörü teşhisi koydular... Hikayenin sonunu siz de yazabilirsiniz. Artık konuşmak istemiyorum.” Bu topraklarda kalmaktan korkuyorum. Bana bir radyasyon cihazı verdiler, onunla ne yapacağım? Çamaşır yıkıyorum, çamaşırlar sakız gibi oluyor ama cihaz tıkırdıyor. Yemek yapıyorum, turta pişiriyorum, yine tıkırdıyor. Yatağı yapıyorum, yine. Buna neden ihtiyacım var? Çocuklarımı doyurup ağlıyorum. “Neden ağlıyorsun, anne?” “Suç kimin? Nasıl yaşayacağımızı araştırmak yerine, suçun kimde olduğunu merak ediyoruz.... Bütün atom santrallerinin kapatılmasını, bütün nükleer fizikçilerin hapse atılmasını mı istiyoruz? Onları lanetliyoruz! Ama bilgi tek başına suçlu olamaz. Bugünün bilim adamları da Çernobil’in kurbanları oldular. Çernobil’den sonra yaşamak istiyorum, Çernobil’den sonra ölmek değil. Anlamak istiyorum.” | tr_TR |