Görüşme Özeti | Anne ve babası Bolulu olan Celal Yılmaz’ın çocukluğu, Bolu’nun Seben ilçesinin Bıyıklar köyünde geçer. Cumhuriyet yeni kurulmuştur. Yılmaz, devletin halka karşı baskıcı bir tutumu olduğunu, köylünün jandarmadan korktuğunu, bu korku sebebiyle dağa çıkan insanlar bulunduğunu anlatmaktadır (01:23). Köyde okul olmadığı için eğitim alamaz. Camiye devam ederek imamdan Kur’an-ı Kerim okumayı öğrenir. Çocukluğunda davar çobanlığı yapar. Sesinin güzelliğinin farkındadır ve dağlarda yüksek sesle bir şeyler okuyarak vakit geçirir (02:40). 11 yaşında bir karışıklık üzerine askere çağırılır. Köyden Bolu’ya gitmek 12 saat sürer. İlk pantolonu o seyahat esnasında alınır (04:55). Yılmaz ilk terbiyesini anneannesini izleyerek aldığını anlatmaktadır. Çok cömert ve güzel ahlaklı bir kadındır (05:46). Aile 1954’de Seben’e taşınır. Yılmaz hafızlık eğitimi almaktadır. Aynı tarihlerde okuma yazma da öğrenir. İlk müezzinliği de orada yapar (06:35). Bir köylüsünün teşvikiyle 1952’de Gönenli Mehmet Efendi’den eğitim almak üzere İstanbul’a gelir (07:05). Vapurla Üsküdar’dan Eminönü’ne geçerler. Eminönü’ndeki hal henüz durmaktadır. Şehrin nüfusu 750 bin civarındadır (08:05). Hafızlık eğitimini Gönenli Mehmet Efendi’nin yanında tamamlar. Zeyrek’teki Kilise Cami’nde 2 sene kalır. 1954’te Fatih Cami’nde hafızlık cemiyeti düzenlenir. Hocasının yanından ayrılıp Mevlithanlık yapmaya başlar. Sesinin güzelliği sayesinde kısa sürede tanınır. Kasımpaşa’da yaşayan Fatma Hanım Yılmaz’ı uzun zaman evinde misafir eder (10:04). Yılmaz burada geriye dönerek doğduğunda kaydedilmeyen doğum tarihinin nasıl tespit edildiğini anlatmaktadır (10:35). Kırklareli Vize’de Ramazan hocalığı yapar (11:04). Arkadaşlarıyla birlikte gizlice Şehzadebaşı’nda film izlemeye gittiği bir gün Gönenli Mehmet Efendi tarafından yakalanıp cezalandırılırlar. Hocanın sert tavrına gücenir ve Zeyrek’ten ayrılır. 1954’te Hasköy’de müezzinlik yapmaya başlar (11:45). 6 sene, bir mevlitte tanıştığı ailenin evinde kalır (12:10). Tasavvuf ve musiki terbiyesi aldığı Hüseyin Sebilci ile aynı tarihte tanışır (12:20). Yılmaz, o devrin meşhur mevlithan ve musikişinaslarının isimlerini zikreder ve onlara hayranlığını dile getirir (13:08). Hüseyin Sebilci, tekkelerde zakirbaşılık yapmaktadır. Onun vasıtasıyla Şişhane’deki Rufai Tekkesi’ne devam etmeye başlar. Tekkenin şeyhi Muhittin-i Ensari’dir (13:40). Hüseyin Sebilci ile ilişkisi hocanın 1975’teki vefatına kadar, 21 sene boyunca devam eder (14:20). Hocası vesilesiyle tasavvuf terbiyesi alır. Bu eğitim sayesinde hayata bakışı ve insan ilişkileri değişir (15:25). Hüseyin Sebilci ile baba oğul yakınlığında bir münasebeti vardır. Seyyid bir aileye mensup olan Sebilci, 1975’te vefat eder (17:45). Hüseyin Sebilci’nin, Muzaffer Ozak tarafından, tekke adabına uygun olarak düzenlenen cenazesine iştirak eder. Yılmaz bu vesileyle derviş cenazelerinin nasıl kaldırıldığını da anlatmakta ve bir mersiye okumaktadır (20:55). Zaman içinde Kur’an-ı Kerim’e duyulan saygı, ölüme ve cenaze merasimine bakış da değişiklik gösterir (22:12). İstanbul’da faaliyet gösteren muhtelif meşreplere bağlı tekkelere devam eden Yılmaz, şeyhler ve dervişler arasındaki ilişkinin de zaman içinde değiştiğini anlatmaktadır (24:15). 1967’de Hüseyin Sebilci ile yaptıkları Konya seyahatini anlatan Yılmaz, hocasının bir bestesini okur (26:10). Konya seyahatleri hocasının vefatına kadar her sene tekrar eder. Bu ziyarette onlara Nuri Baba ev sahipliği yapmaktadır. Bir kıssa anlatarak şeriat ve tarikat birlikteliğinin önemine işaret ederek Peygamber ahlakı olarak tarif ettiği tasavvuf terbiyesinin anlamına dair yorumlarını aktarır (30:05). Sebilci’nin vefatından sonra hocasının bıraktığı vazifeyi devralır (30:10). Tekrar çocukluğuna döner ve anne babasını yaşadıkları zorluklara rağmen onu nasıl okuttuklarını, çocuklarına verdikleri terbiyeyi anlatır. Büyüklere saygının tavizsiz uygulandığı bir ortamda yetişmiştir. Buna dair hatıralarından bahseder (34:05). Kıraatini çok beğendiği bir hocaya imrenerek onun gibi olmak için çalışmaya karar verir. Niyetini babasına açıklar ve onun da desteğini alır. Ancak maddi imkanları yeterli değildir. Hayvancılık yapan ailesi ayrıca pirinç de yetiştirmektedir (37:53). Babası, Celal Yılmaz’ın çocukluğunda askere gider. İzne geldiğinde ağır zatürre geçirmektedir. Komşulardan duydukları geleneksel yöntemlerle tedavi edilir. (38.46) Tezkere aldıktan sonra Seben’de restoran işletmeye başlar (39:55). Şeker hastası olan babası aynı zamanda bel fıtığından da rahatsızdır. Yılmaz, babasının ağrılarından kurtulması için ayaklarından tavana asıldığını hatırlamaktadır. İlerleyen yıllarda rahatsızlığı artar ve konuşamamaya başlar. Annesi vefatına kadar hasta eşine bakar. Anneannesi gibi annesi de yoksulluğuna rağmen cömert karakterlidir (42:20). Ailesine maddi destek sağlamak için çocukluğundan itibaren çalışır (43:20). Askerliğini 1962 senesinde Kütahya’nın Simav ilçesinde yapar. Sesinin güzelliği orada da dikkat çeker. Özel izinler ramazan hocalığı yapar ve kazandığı parayla sıkıntı içinde olan babasına yardım eder (47:05). Babasının rahatsızlığından sonra bütün ailenin sorumluluğu Celal Yılmaz’a kalır. (48.55) Hafızlık eğitimi aldığı yıllarda örnek aldığı isimleri taklit etmektedir (49:20). Talebeliği de yokluk içinde geçer (50:55). Görev yaptığı yıllarda cemaatten aldığı iltifattan bahseder. Dini terbiye almış bir kişinin Allah’ın verdiği kabiliyeti kendine mal etmemesi gerektiğini düşünmektedir (53:14). Sanatçı Suzan Yakar’la da devam ettiği Rufai Tekkesi’nde tanışır (53:30). Hafızlık hocası Gönenli Mehmet Efendi’yi yakından tanıma imkanı bulur. İlişkileri talebeliğinden sonra da devam eder. 40 yıl boyunca Arap Cami’nde Yılmaz mukabele okur, ardında da Mehmet Efendi sohbet eder. Gönenli Hoca’nın sohbetlerine devam edenlerin çoğu kadındır ve kendisine çeşitli hizmetlerde kullanması için büyük miktarlarda para verilmektedir. Yılmaz bu şartlara ve ortama rağmen Mehmet Efendi’nin, hayatı boyunca paraya ve kadına temayül etmediğini ifade eder. Talebeleri için alınan ekmeğin biriken borcunu ödemek maksadıyla evini satışa çıkaracak kadar cömert olan Gönenli Mehmet Efendi’nin kerametlerine de şahitlik eder (01:04:40). Devrin hocaları İstanbul terbiyesine sahiptir. Bugünkü dini eğitim alan kişilerde o terbiyeyi görememekten yakınır (01:06:50). Celal Yılmaz’ın çocukluğunda, dini eğitim yasaktır. Ezan Türkçe okunmaktadır. Köylülerin jandarmayı gözetlemek için tepede nöbet tuttuklarını hatırlamaktadır (01:07:53). 1950 öncesi Kur’an-ı Kerim yasağı yanında başka yasaklar da vardır. Radyoda Türk Müziği yayını yapılmamaktadır (01:08:00). Radyo ile 1950 yılında tanışır. Köylülerin bir kutu içinden nasıl ses geldiğini anlayamadıklarını söyler (01:08:19). Ezan 1950’e kadar Türkçe okunmaya devam eder. Çocukluğunda Yılmaz da Türkçe ezan okumuştur (01:10:13). Ezanın önemini vurgulayarak bugün ifade ettiği mananın yeterince anlaşılmadığını dile getirir. (01:12:10) Ezan tekrar Arapça okunmaya başladığında Yılmaz köydedir. Halkın yaşadığı mutluluğu ‘dünya karıştı’ diye tasvir eder. Yaşananlar, Peygamberimizin Medine hicretindeki coşkuya benzemektedir (01:17:33). Gönenli Mehmet Efendi’nin Türkiye’nin her tarafından öğrencileri vardır. Arkadaşları arasından çok sayıda müftü, vaiz ve imam çıkar (01:19:48). İstanbul’daki öğrencilik yıllarında devrin mühim zatlarından istifade imkanı bulur. Abdurrahman Şeref, Şemsettin Yeşil, Yeraltı Cami İmamı Ali Efendi, Varnalı Hamdi Efendi, Abdurrahman Gürses ve Hasan Akkuş gibi isimlerin sohbetlerine ve derslerine iştirak eder (01:21:20). Gençlik yıllarında Ağa Cami’nde katıldığı bir programda mevlithanların piri olarak nitelen Mecit Sesigür’ün iltifatına muhatap olur (01:23:30). Aynı programda Ankara’dan mevlit dinlemeye gelen bir beyle aralarında geçen diyaloğu nakleder (01:24:55). Celal Yılmaz, İstanbulluların hafızlara ve mevlit-i şerife eskisi kadar kıymet vermediğini gözlemlemektedir. Yaşanan değişimi geçmişle bugünü mukayese ederek anlatır (01:26:40). Tekrar Gönenli Mehmet Efendi ile hatıralarına dönen Yılmaz, haftanın her günü muhtelif semtlere sohbete giden hocanın kendine has üslubunu da hatırlamaktadır (01:27:18). Celal Hoca, 2015 senesinde Kültür Bakanlığı tarafından Kültür Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülür. Ödülünü Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan alır. Ödül töreninde İlber Ortaylı ile aralarında geçen diyalogu anlatır (01:30:40). Bir dönem reis'ül-kurralık da yapan Gönenli Hoca’nın karakteri hakkında bilgiler verir ve vefat ettiği günlerden bir anısını anlatır (01:33:42). Yılmaz, devletin dini konulardaki baskısının 1954’ten sonra yumuşadığına şahitlik eder. O tarihe kadar din eğitimine yönelik sınırlama sürmektedir. 1955 sonrası dindar insanlar gözle görülür bir rahatlama yaşar. Köylüler ikinci sınıf muamelesi görmektedir (01:35:10). 1950’li yılların rahatlayan ortamında Gönenli Mehmet Efendi haftanın 7 günü, günde 7 camide sohbet eder. Bu sohbetlerin cemaati çoğunlukla kadınlardan oluşmaktadır (01:36:15). Aynı dönemde farklı özellikleriyle dikkat çeken başka hoca efendiler de vardır. Şehzade Mehmet Cami’nde sohbet eden Feyzullah Efendi ve Çolak Mehmet Efendilerin tarzları hakkında yorumlarını ve bir hatırasını aktarır (01:39:35). Devrin mühim insanlarını sayarken ezan hususunda Cemal Hoca’nın, mevlit de Hafız Kemal Efendi’nin isimlerini zikreder (01:40:10). Celal Yılmaz toplumun bir kültürel ve dini yozlaşma yaşadığı kanaatini taşımaktadır. Buna dair gözlemlerini paylaşır (01:41:18). Yozlaşmayı din eğitiminin olmayışına ve ailelerde gerekli ahlaki altyapının verilmeyişine bağlar. Toplumdaki değişim 1980’den sonra hızlanır. Gelenekle ve kültürle aradaki bağ çözülür. Televizyon, toplumsal yozlaşmayı yaygınlaştırır (01:51:30). Hüseyin Sebilci ile geçirdiği yıllarda İstanbul’daki tasavvuf çevreleri ile de tanışır. Rufai tarikatına mensup hocasının vefatından sonra diğer tarikatların dergahlarına da gidip gelmeye başlar. Cerrahi şeyhi Muzaffer Ozak ile tanışır. Muzaffer Efendi’nin iltifatı ve davetiyle Karagümrük’teki tekkeye devam ettiğini anlatır ve bir kaside okur (01:57:20). Zakirlik müessesesinin tekke adabının devamı açısından önemli olduğuna işaret eder. Büyük zatlara ait nutk-u şeriflerin ihtiva ettiği hikmetlerden örnekler verir (01:59:45). Dini düsturlardan hareketle güzel ahlakın ve insanlara iyilik etmenin önemini hatırlatır. İstanbul’a ilk geldiği yıllarda komşular arasındaki hukuk bu esaslara dayanmaktadır (02:01:00). 1950’li yıllarda Türkiye henüz beyaz eşya ile tanışmış değildir. Yiyecekler evlerin mutfaklarında bulunan kuyulara sarkıtılarak soğutulmaktadır (02:01:40). Doğallığın ve samimiyetin önemini anlatırken Bolu’dan gezmeye gelen anneannesiyle yaşadıklarını nakleder (02:02:55). Günümüzde din adamlarına saygı duyulmadığından şikayet eder ve toplumsal değişimin çok hızlı yaşandığına dair şaşkınlığını dile getirir (02:04:33). Yılmaz, 1950’lerden beri İstanbul’da dindar çevrelerle iç içedir. O tarihlerde mevlit merasimlerine kıymet verildiğine şahit olmuştur. Gelenekte her mecliste mevlit okunmaktadır (02:13:20). Talebe yetiştirmenin adayların isteğine bağlı olduğunu kaydeder. Kendi muvaffakiyetini yaptığı işi sevmesine bağlar. Öğrencilerine de ilk olarak bunu tembihlemektedir. Başarılı olmanın ilk şartı sevmek ve çalışmaktır (02:17:20). ‘Tasavvuf hocam’ dediği Hüseyin Sebilci hakkında bilgiler veren Yılmaz, Sebilci’nin fasıl heyetleriyle birlikte gazinolarda programlara çıktığı belirtmektedir. Birlikte sahne aldığı arkadaşlarından gazino ortamında bile namazını terk etmediğini dinler (02:18:30). Kasımpaşa Rufai tekkesi son şeyhi Muhittin Ensari döneminde tekkeye devam eden Yılmaz, gül yalama geleneğinin devam ettiği ayin-i şeriflere de iştirak eder. Gül yalamanın manasını ve uygulamanın nasıl yapıldığını anlatır (02:20:20). Celal Yılmaz burada bir Hac ziyaretinde Uhud’da yaşadığı dikkat çeken bir hatırasını nakleder (02:24:20). 1952 yılının İstanbul’u, köyden gelmiş bir çocuk için cennete benzemektedir. Ulaşımın vapur, tramvay ve at arabalarıyla sağlandığı, nüfusun bir milyondan az olduğu bir şehri anlatır Yılmaz. Süleymaniye, şehrin ileri gelen ailelerinin yaşadığı bir muhittir. Vatan caddesi üzerindeki Emlakbank konutları devrin en yüksek binalarıdır. Aksaray caddelerinde cumbalı evler vardır. Murat Paşa Cami etrafından büyük bir mahalle vardır. Bu doku 1958 yılında yapılan yıkımlarda ortadan kalkar. Yılmaz, 1960’lara kadar Topkapı’nın ilerisinde yerleşim olmadığına anlatmaktadır (02:29:00). İstanbul sosyetesi Laleli, Soğanağa bölgesinde yaşamaktadır (02:30:20). Kadıköy yakasında konaklar ve köşkler olduğunu hatırlar. Beşiktaş, Bebek, Ortaköy civarında henüz apartmanlaşma faaliyetleri yoktur. Sarıyer’de çok sınırlı bir yerleşim vardır. Kagir evlere geçtikten sonra romatizmal hastalıkların arttığını söyler (02:31:27). Fatih, devrin önde gelen ilim adamlarına ev sahipliği yapmaktadır. Gönenli Mehmet Efendi, Kastamonulu Ömer Efendi, Ayaklı Kütüphane sıfatlı Mustafa Efendi, Ömer Nasuhi Bilmen, Fatih Müftüsü Kamil Efendi gibi zevat Fatih’te yaşamaktadır (02:35:30). Eski hocaların cemaate vaaz ederken dağılan dikkatleri toparlamak için fıkra anlattığına da şahit olmuştur. Abdurrahman Şeref Hoca’dan ve Muzaffer Ozak’dan dinlediği fıkraları anlatır (02:41:08). Devrin ilim adamları birbiriyle irtibat halindedir. Yılmaz, bugün din adamları ve cemaatlerin içe dönük yaşadığını, birbiriyle temas etmediklerini gözlemlemektedir (02:42:40). 1950’lerin, 1960’ların dindar muhiti içerisinde Ramazan coşkusunun 3 ayların girişiyle başladığını anlatmaktadır. Kandil günlerinde camiler dolar. Teravih namazlarında cami gezme adeti vardır. Yaz Ramazanlarında iftardan sonra Emirgan’a çay içmeye, dondurma yemeğe gitme adeti vardır (02:49:23). Ev iftarlarında daha çok dar gelirli insanları davet etmek esasına dikkat edilen zamanları yaşar. Semtin varlıklı insanları sofralarını herkese açmaktadır. İbrahim Bodur bu adeti uzun yıllar sürdürmüştür. Diş kirası ikramı da yakın tarihlere kadar devam etmiştir (02:52:45). Farklı meşreplerden insanları tanıma imkanı bulan Celal Yılmaz, bunlardan biri olan Bandırmalı Ali Efendi ve dönemin Ebuzziyafe lakabıyla meşhur olan Şevket Baba hakkındaki gözlemlerini aktarır. Yılmaz, Şevket Baba’nın cömertliğiyle ilgili bir hatırasını anlatır (03:02:15). | tr_TR |