İlhan Hattatoğlu ile sözlü tarih görüşmesi 2. bölüm
Görüşülen Kişi
Hattatoğlu, İlhan
Görüşen Kişi
Adlı, Ayşe
Hazırlayan/Destekleyen
Bilim ve Sanat Vakfı (BİSAV)
İstanbul Kalkınma Ajansı (İSTKA)
Metadata
Tüm öğe kaydını gösterGörüşülen Kişi Künye
09.07.1935, İstanbul; T.C.; Erkek; Okçu
Özet
İlhan Hattatoğlu konuşmasına, Beyazıt Meydanı’nın yeniden imar edilmeden önceki halini anlatarak başlar. Beyazıt Meydanı’nın bir tarafında Beyazıt Camii, bir tarafında Harbiye Nezareti, bir tarafında medrese ve diğer bir tarafında da Laleli ile Fatih’e giden yol vardır. Beyazıt Meydanı’nın ortasında yer alan havuzun iki adet mermer fıskiyesi bulunmaktadır. Havuzun etrafından tramvaylar dolaşır ve Adnan Menderes zamanında yapılan imar çalışmaları sırasında Beyazıt Meydanı yüksekte kalır. Caminin önündeki hazirenin yanında bulunan Okçularbaşı isimli sokak kaldırılır, çeşmenin yanında bulunan Doktor Mirliva Selami Paşa’nın konağı yıkılır ve çeşme iki üç kere yer değiştirir. Eskiden idamların Beyazıt Meydanı’nda yapıldığını ve önemli olayların Beyazıt Meydanı’nda olduğunu belirtir (05:45). 27 Mayıs 1960 İhtilali öncesi İstanbul Üniversitesi öğrencileri meydanda eylemler yaparak iktidarın politikasını eleştirirler. Üniversite merkez binasında yaşanan olayları ve her gün radyoda öğlen haberlerinde Vatan Cephesi’ne katılan isimlerinin duyurulmasını anlatır.1960 İhtilali’ne tepki gösteren olmadığını söyleyen Hattatoğlu, ihtilal sonrasında birçok kişinin idam edildiğini belirtir (08:55). Üniversite tercihleri arasında birinci sıraya sanat tarihi bölümünü yazar ve 1958 yılında İstanbul Üniversitesi’nde sanat tarihi eğitimi almaya başlar. Sanat tarihinde aldığı eğitimden ve ders aldığı hocalardan bahseder. Oktay Aslanapa, Semavi Eyice ve Mazhar Şevket İpşiroğlu gibi hocalardan ders alır. Yaz tatillerinde Türkiye’nin farklı yerlerine eğitim amaçlı geziye giderler. Gezilerde yol parasını üniversite karşılar ve kişi başı günlük beş lira yevmiye verilir. Gezilere öğrenciler gönüllü olarak katılır ve gittikleri yerlerdeki tarihi eserleri inceleyip listelerler. Kış aylarında yazın yapılacak geziler planlanır ve geziler düzenli bir şekilde organize edilir (14:32). Öğrenciyken maliyeye kayıtlı ancak serbest olarak fotoğrafçılık yapar ve vergisini verir. Daha sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde çalışır ve restorasyonu yapılan eserlerin fotoğraflarını çeker. Çalışırken okul dersleri aksamaya başlar. Fotoğraflarını evde kendi kurduğu karanlık odasında çıkartır. 1958 yılında üniversiteye girer ve 1967 yılında mezun olur. Mezuniyet tezini İstanbul Hekimoğlu Ali Paşa Külliyesi üzerine hazırlar. Tezini hazırladığı dönemde külliye kullanılabilir durumda ve cami bakımlı bir haldedir. Restorasyon sırasında caminin minaresine kurulan iskele, lodos çıkınca minareyle beraber caminin üzerine yıkılır. Camiden ve külliyeden bahsederek caminin geçirdiği değişiklikleri anlatır (20:45). Camilerin mülkiyetinin vakıflara ait, içinde çalışan personelin ise Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olduğunu ve bu sebeple camilerin tamir edilmesinde sorunlar yaşandığını belirterek Davutpaşa Camii’nin restorasyonu ile ilgili yaşadığı bir olayı anlatır (28:00). Eserlerin yanlış restore edildiğini, bu duruma müdahale etmek için uğraştıklarını fakat buna rağmen Kabataş’ta bulunan bir konağın yıkılmasını engelleyemediklerini ifade eder (27:25). 1968 ile 1973 yılları arasında Anıtlar Kurulu’nda Orhan Alsaç, Tahsin Öz, Feridun Akozan, Sedad Hakkı Eldem, Münir Aktepe, Doğan Kuban ve Semavi Eyice gibi isimlerle çalışır. Anıtlar Kurulu’nda asistanlık görevinde bulunur. Kendi görevinden ve kurulun çalışma düzeninden bahseder. Anıtlar Kurulu’nun kararına rağmen bazı eserleri kurtaramazlar (32:00). Anıtlar Kurulu’ndan sonra özel bir bankada çalışmaya başlar ve aynı bankadan 1981 yılında emekli olur (32:40). Tahsin Öz, Topkapı Sarayı’nda müdürdür ve babasının arkadaşıdır. Salı günleri babasıyla Tahsin Öz’ü Topkapı Sarayı’ndaki odasında ziyaret ederler (34:25). II. Dünya Savaşı yıllarında Topkapı Sarayı’ndaki eserlerin çoğu Anadolu’ya gönderilir ve Anadolu’da muhafaza edilir. Yine aynı şekilde Askeri Müze ve Türk İslam Eserleri Müzesi de boşaltılıp eserler Anadolu’ya gönderilir ve müzeler uzun süre kapalı kalır. Kütüphanelerde bulunan el yazmalarının muhafaza ve bakımlarında sorunlar yaşandığını anlatır. Süleymaniye’deki yazma eserlerin çoğunun diğer kütüphanelerden toplanıp Süleymaniye’ye getirildiğini belirtir (37:05). Kendisini 1950 yılından önceki İstanbul’a ait hissettiğini vurgular. Annesinin kendisini çok iyi yetiştirdiğini belirtir. (38:13). İstanbul’a göç arttıkça dışarıdan gelen kültürün İstanbul kültürüne karıştığını ve kaybolduğunu belirtir. Kebap ve lahmacun kültürünün İstanbul’a 1950’li yıllardan sonra geldiğini, İstanbul’un yemek kültürünün değiştiğini söyler. Dışarıda yemek yeme kültürünün çok fazla olmadığını ifade eder (41:05). Babasının Sirkeci’de tren garının karşısında bir kıraathaneye gittiğini belirterek kıraathane ve kahvehanenin farklı şeyler olduğunu ifade eder. Tepebaşı’nda ve Ebusuud Caddesi’nde güzel kıraathanelerin olduğundan bahseder. Muhallebici dükkanlarının, börekçilerin yaygın olduğunu ve tavuğun lüks bir yiyecek olduğunu belirtir (43:40). Çocukluğunda Ramazan ayının yaz mevsimine denk geldiğini, iftar zamanı minarelere baktıklarını ve ilk olarak Haseki Camii’nin minaresinin yandığını ve ezanların hoparlör olmadan okunduğunu anlatır. Marmara Caddesi’nde bulunan Sulu Manastır Kilisesi’nin yanında bulunan caminin teravih namazını çok hızlı kıldıran imamıyla meşhur olduğunu söyler. Teravihlerde farklı camileri dolaşma adeti vardır (47:25). Çocukluğunda camilerin sol tarafında kadınlara ait yerlerin olduğunu ve 1950 yılından sonra kadınlara ait yerlerin caminin içinden dışarıya alındığını anlatır. Koca Mustafa Paşa Camii’nde kadınların dua edip dilek dilediklerini; Merkez Efendi ve Eyüp Sultan’a gidildiğini; türbelerin ziyaret edildiğini anlatır. Şehzadebaşı Camii’nde bulunan Helvacı Baba Türbesi’ne gidildiğini fakat bu türbenin 1960 İhtilali’nden sonra kaldırıldığını ifade eder. Türbede dua edip duası kabul olanlar, türbeye gelip helva dağıtırlar. Annesinin türbelere gitmediğini belirterek babasının bu konudaki düşüncelerini söyler (53:05). Babasıyla gittiği camilerdeki anılarından bahseder. Babası akşamları Evliya Çelebi’nin seyahatnamesini okur. Babasının, Ali Saim Ülgen’in ve Süheyl Ünver’in şahsı üzerindeki etkilerinden bahseder (53:55). Hazine-i Hassa’da çalışan babasının dayısı Sezai Bey, Cumhuriyet’in ilanından sonra Milli Saraylar Müdürü olur ve görüşmede Sezai Bey’in yaptığı çalışmaları anlatır (56:30). Sporla da ilgilenen Hattatoğlu, spor ile ilgili anılarını anlatır. Annesi şemsiye telinden kendisine ok yapar ve evde ok atıp çalışmalar yapar. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde çalışırken okçulukla ilgilenen Fazlı Ayanoğlu ile tanışıp dost olur ve daha sonra tekrar ok atma çalışmalarına başlar. İlk katıldığı müsabaka Konya’da düzenlenen üniversiteler arası okçuluk müsabakasıdır ve bu müsabakada derece alır. Yeşilyurt tarafında boş arazilerde talimler yapar ve İnönü Stadyumu’ndaki müsabakalara katılır. 1969 yılında Okçular Federasyonu’nu temsil etmek için Olimpiyat Komitesi’ne katılır ve konsey üyesi olur. Çocukluğunda kafasında yara izi olmayan çocuğun, makbul çocuk olarak görülmediğini ifade eder (01:02:45). Okçuluğun hem milli hem dini bir spor olduğunu belirtir ve okçuluğun nasıl yapıldığını anlatır. Fatih Sultan Mehmet zamanında Okmeydanı’ndan İstanbul’un her yerinin göründüğünü ve Okmeydanı’nın bu yüzden çok önemli olduğunu belirtir (01:06:00). Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethi sırasında gemileri karadan yürütmesi hakkında düşüncelerini söyler. Fatih Sultan Mehmet, Okmeydanı’nın bulunduğu alanı satın alarak vakfeder ve askerlerin burada atıcılık talimleri yapmasını ister. Vakıf malı olan Okmeydanı’nın yıllarca muhafaza edildiğini fakat daha sonra korunamadığını ifade eder. Gecekondulaşmanın artmasıyla nişan taşları yok olur. Okçulukla ilgilenmeye başladığı yıllarda menzil atışı değil modern okçuluk yapıldığını, klasik yayların değil yurtdışından gelen yayların kullanıldığını anlatır. Okçuluk sporunun inceliklerinden, okların ve yayların nasıl olması gerektiğinden bahseder (01:17:55). İstanbul’a göçün artmasıyla gecekondulaşma da artar ve imar planları değişir. Binalardaki kat sayıları yükseldikçe bahçeler küçülür. Bulgaristan’dan ve Yugoslavya’dan gelen göçmenler İstanbul’a yerleşir. İstanbul nüfusunu sanayileşme de etkiler ve doğru orantılı olarak müteahhitler ortaya çıkar. Ahşap binalar yıkılıp yerine apartmanlar yapılır. İstanbul’un kumu denizden mavnalarla taşınır ve Kumkapı’ya boşaltılır. Kumkapı’nın ismi de buradan gelir. Deniz tuzunun kumun üstünde kaldığını, kumların yıkanmadığını ve bu durumun iyi olmadığını ifade eder. İnşaat harçları sokak ortasında yapılarak sokakların işgal edildiğini söyler. Osmanlı zamanında yapılan evlerin temelleri yüzeyseldir, zemin katları yoktur ve ilk katta kömürlük vardır. Apartmanlarda ise sokak seviyesinin altında katlar yapılır ve derin temeller kazılır. Apartmanlar yapılırken yan taraflarda bulunan ahşap evlerin temellerinin zarar gördüğünü ve evleri zarar gören ev sahiplerinin de evlerini müteahhitlere vermek zorunda kaldığını anlatır (01:25:45). Nüfusun ve apartmanların artmasıyla mahallelerde yaşanan sorunlardan bahseder. Ahşap binaların yanı sıra bahçelerde bulunan meyve ağaçlarının ve çiçeklerin yok olduğunu anlatır. Kızılelma Caddesi’nin köşesindeki Topçu Emin Bey Sokağı’ndan çıkınca Hattat Refet Bey’in evine ulaşıldığını ve büyük bahçesinde çeşitli bitkiler bulunduğunu ifade eder. İstanbul’un bir kültür erozyonuna uğradığını, Osmanlı’dan gelen bahçe kültürünün yok olduğunu ve evler yıkılırken ortaya çıkan tarihi eserlere de önem verilmediğini belirtir (01:30:10). İstanbul’a göçlerle gelenlerin İstanbullu olamadıklarını, her köyün bir dernek açtığını ve kültürlerin muhafaza edilerek yaşatıldığını söyler. II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan göçle gelenlerin İstanbul’a uyum sağladıklarını fakat daha sonra gelenlerin bu uyumu yakalayamadıklarını anlatır (01:33:05). Komşuları zamanla Cerrahpaşa’dan taşınırlar. Bu taşınmanın sebeplerine değinerek Laleli ve Fatih-İtfaiye civarının Cerrahpaşa’ya göre daha lüks olduğuna ve tercih edildiğine değinir. Fatih’e uyum sağlayamayanlar daha sonra Levent, Erenköy ve Kızıltoprak’a taşınırlar. Doğma büyüme Cerrahpaşalı olan Hattatoğlu, sağlık sebeplerinden dolayı asansörlü ve kaloriferli bir eve geçmek zorunda kaldığı için Cerrahpaşa’dan taşınır. 1936 yılında kagir olarak inşa edilen evleri hala ayaktadır. Evlerinin yakınında bulunan Bizans kalıntısı eserlerden bahseder (01:41:40). Annesi ve kendisinin isteğiyle koruma altına alınan evlerinin planından bahseder (01:44:10). Çocukluğunda sokaklarına otomobil girmesinin büyük olay olduğunu ifade eder. Kamyonlar ve otomobiller henüz yaygın değildir. Eminönü ile Kocamustafapaşa arasında seyahat eden otobüsler vardır ve bu otobüsler Sirkeci-Sultanahmet-Aksaray-Kocamustafapaşa istikametinde çalışır. Ulaşımın genellikle yürüyerek veya tramvayla sağlandığını belirtir. Genelde Aksaray’a kadar yürüyüp tramvaya binilir. Troleybüsün İstanbul’a nasıl geldiğinden ve troleybüslerle ilgili bildiklerinden bahseder. İstanbul’da vapurla ulaşıma da değinerek kötü havalarda vapur seferlerinin durdurulduğunu ve insanların evlerine ulaşamadığını belirtir. Böyle durumlarda evlerine gidemeyenler tanıdıklarında ya da otellerde kalır. Köprünün yapılmasıyla ulaşım kolaylaşır. Köprünün yapımından önce bomboş olan Beylerbeyi sırtları zamanla göç alarak meskun bir hale gelir. Köprü yapılırken Beşiktaş civarındaki bazı eserler yıkılır bazıları da taşınır. Okmeydanı’ndaki azınlıklara ait mezarlıklar ve Edirnekapı’daki şehitlikler kaldırılır (02:00:23).
Video
Koleksiyon
- Görüşme [3104]