İlhan Hattatoğlu ile sözlü tarih görüşmesi 1. bölüm
Görüşülen Kişi
Hattatoğlu, İlhan
Görüşen Kişi
Adlı, Ayşe
Hazırlayan/Destekleyen
Bilim ve Sanat Vakfı (BİSAV)
İstanbul Kalkınma Ajansı (İSTKA)
Metadata
Tüm öğe kaydını gösterGörüşülen Kişi Künye
09.07.1935, İstanbul; T.C.; Erkek; Okçu
Özet
09.07.1935 tarihinde İstanbul ilinin Fatih ilçesine bağlı Cerrahpaşa semtinde doğan İlhan Hattatoğlu, ailesinin İstanbul’a, Zonguldak’ın Ereğli ilçesinden göç ettiğini ve lakaplarının Kürekçioğlu olduğunu söyler. Dedelerinin II. Mahmut zamanında Mısır Çarşısı’nda dükkanı vardır. Anne tarafı Bulgaristan’ın Hasköy şehrinden Türkiye’ye göç eder. Anne ve babası görücü usulü ile evlenir. Babaannesinin adı Feride, dedesinin adı ise Hattat Ömer Faik Efendi’dir. Dedesinin adı Osmanlı Devleti'ne ait nüfus kütüklerinde Seyyit Hafız Ömer Faik Efendi diye geçer. Babası Cerrahpaşa’da doğar ve 4 yaşında iken annesini kaybeder. İyi bir hattat olan dedesi aynı zamanda mütevazi bir insan olduğu için çok tanınmaz. İstanbul’un Fatih ilçesinin Silivrikapı semtinde bulunan Bala Tekkesi’ndeki kuşak yazısı dedesine aittir. Babası, herkesin görmesi için dedesi ile ilgili yazıları Topkapı Sarayı’na hediye eder. Bir dönem Topkapı Sarayı’nda bulunan yazıları herkesin görebildiğini ancak şu anda Saray'ın deposunda tutulan ve dedesine ait olan eserleri kendisinin bile göremediğini ifade eder. Hattatoğlu, kendi ok koleksiyonunu da askeri müzeye hediye ettiğini ve aile olarak önemli eserleri devletle paylaştıklarını belirtir (06:00). Babası Mehmet Muhittin, ilkokuldan sonra askeri okula gider ve askeri katip olarak mezun olur. İstanbul Harbiye Nezareti’nde çalışmaya başlayan babası, bir süre Ankara’da çalıştıktan sonra İstanbul’a döner. II. Dünya Savaşı sırasında emekli olmasına rağmen tekrar askere alınan babası, Edirne ile Kırklareli bölgesinde görev yapar (07:35). Babası mimariye meraklıdır ve İstanbul işgal altındayken kendi evinde arkadaşlarıyla Mimar Sinan’ın konuşulduğu toplantılar düzenler. Bu toplantılar 3-4 sene sürer ve toplantılara katılanlar arasında Süheyl Ünver de vardır (08:54). Soyadlarının ilk önce Bitikçi olduğunu fakat anlaşılmadığı için daha sonra Hattatoğlu soyadını aldıklarını söyler. Babası Süheyl Ünver ile çok yakın arkadaştır ve evleri çok yakındır. İslam sanatlarına meraklı olan babasının Cuma namazını her hafta farklı bir camide kıldığını ve gittiği camilerinin mimari yapılarını incelediğini anlatır (10:11) Babasının mimar arkadaşlarından bahseder ve onun notlarını Topkapı Sarayı'na hediye ettiğini belirtir. Çocukluğuna dair hatırladığı olaylardan biri, odasında kargaların geçişini beklediği anlardır. Çocukluğunda sokağa çıkmadıklarını, daha çok evde ve bahçede oynadıklarını belirtir. Sokaklardan çok nadir otomobil geçtiğini; daha çok at arabalarının kullanıldığını ifade eder (14:00). Mahallelerindeki sosyal hayata değinen Hattatoğlu, dört köşeli gaz tenekelerine su koyulup evlere satıldığını ve evlere develerle kömür taşındığını söyler. Davutpaşa Kışlası’nda çalışan subay komşularının akşamları seyisiyle beraber geldiğini ve seyisin atı yedeğine alıp geri döndüğünü hatırlar (16:48). Sokakları Arnavut kaldırımlıdır ve ortaya doğru meyillidir. Çocukluğundaki komşularını tek tek isim olarak bildiğini fakat bugün komşuların birbirini tanımadığını ifade eder. Komşulukların çok güzel olduğunu ve büyüklere saygı duyup hürmet edildiğini vurgular. Sokakta oynadıkları oyunlara değindikten sonra her mahallenin çocuklarının gruplaşarak kendi içlerinde oynadıklarını anlatır (19:45). Yeni Cami’nin önünde köprü tarafında bayram kutlamaları olur. Esnaf ve cemiyetler araçların üzerinde resmi geçitler yapar. Herkes kutlamalara katılır ve bu kutlamalar 1949 yılına kadar devam eder. 1949 yılında Galatasaray ile Taksim arasında sütunlar halinde taklar yapılır. Bu tarihten sonra toplumda bir değişim olduğunu ve ailelerin bayram kutlamalarına rahat katılamadıklarını belirtir. Resmi bayramlarda Harbiye’deki Atatürk heykeli süslenir ve her taraf ışıklarla aydınlatılıp bayraklar asılır (21:52). Bayram kutlamaları gittikçe azalır ve halkın katılımı da düşer. Eğitim hayatına Hekimoğlu Ali Paşa İlkokulu’nda ve bir sene erken başlar. Babası görevde olduğu zaman evlerinin bir odasında ilkokul öğretmeni kiracı olarak oturur. Annesi sobanın altına konulan tahtayı, yazı tahtası olarak kullanır ve Hattatoğlu’na tebeşirle yazı çalıştırır. İkinci sınıfta öğretmeninin değiştiğini belirten İlhan Hattatoğlu, ilk öğretmeninin adının Meliha, ikinci öğretmeninin adının Süreyya olduğunu söyler. Sene sonunda kağıt sıkıntısı olduğu için ders kitaplarının toplandığını, kitapları çok sevdiği için teslim ederken üzüldüğünü anlatır (24:58). Ortaokul eğitimine, günümüzde Davutpaşa Lisesi olan Davutpaşa Ortaokulu’nda başlar. Ortaokul derslerinde biraz zorlanır ve bir sene sınıfta kalır. Ortaokuldan sonra Kabataş Lisesi’ne devam eder ve Kabataş Lisesi’ndeki eğitimin zor olduğunu, aktif metot denen sistemin çok yıprattığını ifade eder. Aktif metot sisteminde dersi, öğrenci hazırlayıp anlatmaktadır. Öğrencinin dersi öğretmen gibi anlatması beklenir ve öğretmenler geçmiş konulardan imtihanlar yapar. Günde 6 saat dersin yanında 4 saat de etüt dersleri vardır. Her gün ertesi günün derslerine hazırlık yapmak zorunda kalırlar. Kabataş Lisesi kayıtla öğrenci alır ve o yıllarda henüz bir sınav sistemi yoktur. Lisede okuyan son sınıf öğrencileri yeni kayıt olan öğrencilere yardım eder. Ortaokulda ve lisede sınıf numarası 213’tür. Lisenin evlerine çok yakın olduğunu ve kahvaltı masasındayken okul zilinin çaldığını duyup hazırlandığını söyler. Annesi ilkokulu, Numune İnas Mektebi’nde okur. Okulun bugünkü kolejlere eş değer olduğunu belirten Hattatoğlu, annesinin 6 sene Fransızca ve Almanca eğitim aldığını, bu dillerde şarkılar bildiğini anlatır. Azapkapı’da oturan annesinin okulu Cihangir’dedir. Annesini ve diğer çocukları Arap Bacı dedikleri yaşlı bir kadın okula götürüp getirir (30:00). Annesi, okula geç kalmaması ve düzenli devam etmesi için Kabataş Lisesi’ne gitmesini ister. Öğretmenlerinin çok iyi olduğunu ve her öğretmenin kendi alanına ait bir ders kitabı yazdığını ifade eder. Bir gün ders sırasında müdür odasındaki telefon çalar ve öğretmeni telefona bakması için sınıftan bir öğrenciyi gönderir. Arkadaşının ilk defa telefon kullanıp telefonla konuştuğunu ve çok şaşırdığını anlatır (33:05). 1954-1955 yıllarında evlerine telefon bağlanır. Telefon açmak istediklerinde çevir sesini beklediklerini, Ankara ile konuşmak için telefon numarası yazdırarak telefonun bağlanmasını beklediklerini ve sıra gelince telefonun bağlandığını söyler. Ankara’ya gitmenin telefonla konuşmaktan daha kolay olduğunu belirterek annesinin telefonla ilgili bir anısını anlatır (35:20). Komşuluk ilişkileri çok iyidir ve aileler birbirleriyle düzenli olarak görüşür. Komşular birbirlerinin nereye gideceğini bilir ve herkes birbirini tanır (36:30). Kabataş Lisesi’ndeki öğretmenlerinden bahseden Hattatoğlu, öğretmenlerin her birinin kendi alanında çok iyi olduğunu vurgular. Behçet Necatigil edebiyat öğretmenidir. Yeni Sabah Gazetesi’nde köşe yazarı olan Kadrican Kaflı, Kabataş Lisesi’nde edebiyat öğretmenidir. Dönemin lise ikinci sınıf coğrafya kitabının yazarlarından biri olan Aziz Devrimci de Kabataş Lisesi’nin öğretmenlerinden biridir. Matematik öğretmeni olan Şerafettin Çıntan, lise son sınıfların astronomi kitabının yazarıdır (40:07). Sınıf arkadaşlarından bahseder ve arkadaşlarının çoğunun iyi yerlere geldiğini belirtir. Hilmi Yavuz ve Ateş Böceği Ercan olarak bilinen Ercan Bostancıoğlu sınıf arkadaşlarıdır (40:55). Kabataş Lisesi’nde eğitim aldığı yıllarda okul yenilenir ve ahşaptan kagir yapıya geçer. Bu süreçte okulun kütüphanesi kapatıldığı için kitap okuma şansı olmaz. Ders haricinde öğretmenlerinden hayat hikayelerini dinleyen Hattatoğlu, öğretmeni Hilmi Bey’in Galiçya ve Filistin cephelerindeki savaş anılarından bahseder (44:05). Kabataş Lisesi’nin kütüphanesi zengin olsa da tadilat dolayısıyla kapalıdır. Dönemin İstanbul’unda gidebilecekleri bir tek Beyazıt Devlet Kütüphanesi vardır. Ders saati bitince yatılı okuyan öğrenciler etüt saatine kadar serbest bırakılır. Öğrenciler Beşiktaş’a ve Beyoğlu’na gidip gezer ve etüt saatinde okula geri dönerler (46:50). Eğitim hayatı boyunca sadece ortaokula giderken okuldan kaçar. Okuldan kaçtığı gün Fevzi Çakmak’ın cenazesinin olduğu güne denk gelir. Öğleden sonra da okula gitmez ve Fevzi Çakmak’ın cenazesine katılır. Beyazıt Meydanı’nın çok kalabalık ve bütün İstanbul’un orada olduğunu belirtir. Fevzi Paşa Caddesi’nden töreni seyreder. Cenaze Edirnekapı’dan Eyüp’e eller üstünde götürülür. O yıllarda tabutların iki önde ve iki arkada olmak üzere dört kollu olduğunu ve şimdiki tabutlarda bu kolların kalktığını belirtir. Cenaze törenlerinde cenazeyi taşımanın bir usulü olduğunu ve tabutun düzenli bir şekilde taşındığını belirtir (51:45). Kabataş Lisesi’nin önünden denize girmek yasak olduğu için beden eğitimi öğretmenleri, lisenin önünde denize girmemeleri konusunda tembihler. Çocukluğunda denize girmek için annesiyle Etyemez’e gider (52:45). Cerrahpaşa’da orta halli ve emekli aileler oturur. Evler genelde iki ya da üç katlıdır ve büyük evler çok azdır. Aksaray’a doğru iki üç tane konak vardır fakat bunlar zamanla yıkılır. Bölgede Cerrahpaşa Camii’nin arkasında bulunan Bulgur Palas hariç bütün binalar ahşaptır (54:52). Yeniden Süheyl Ünver’den bahseden Hattatoğlu, ailece görüştüklerini, Ünver’i Mühürdar’daki evinde ziyaret ettiklerini söyler. Ve evlerinde gerçekleştirilen akşam sohbetlerine değinir (57:25). Atatürk’ü çok sevip sayan annesinden duyduğu bir cümleyi aktarır (01:08:00). Ezanın Türkçe okunmasına herhangi bir tepki verildiğini hatırlamaz. Babasının namazlarını evde kıldığını ancak her Cuma farklı bir camiye gittiğini söyler. Babasının arkadaşı İbrahim Hilmi Tanışık, Çeşmeler kitabının yazarıdır. Hattatoğlu, bu kitabın yazılma süreci ile ilgili bildiklerini anlatır. Cenaze merasimlerine kısaca değinir. Fatih Camii’nde mevlitler okunmadan önce gazeteden duyurulur ve gazeteden mevlit okunacağını duyan herkes Fatih Camii’ne gider. Gelenlere külahla şeker ikram edilir (01:05:20). İlkokul ikinci sınıftayken babası ile beraber Hacc’a gidecek bir öğretmenini ziyaret eder. Suudi Arabistan’a direkt gidilmediğini, önce Mısır’a, Mısır’dan Hicaz’a gidildiğini, yine aynı yol üzerinden geri dönüldüğünü anlatır (01:18:10). Camilere hoparlörlerin takılmasıyla seslerin birbirine karıştığını ve ezan okumanın özelliği kalmadığını belirtir. Süleymaniye Camii’nde iki müezzin minareye çıkar ve aynı anda dönerek ahenkle ezan okurlar. Hoparlör kullanımının başlamasıyla minarelerden ezan okuma geleneğinin bozulduğunu ifade eder (01:10:45). Dini eğitimini annesinden alır ve babasının önerisiyle dini kitaplar okur. Çocukluğunda camilerde Kur’an-ı Kerim kursu olmadığını belirtir. Dini yasakların çok katı olmadığını, herkesin evlerde mevlit okuttuğunu ve dinini yaşadığını ifade eder. Bayrağın ve dini kitapların eskidiği zaman çöpe atılmadığını ve saygı duyulduğu için gömüldüğünü anlatır. Döneminde dini kitap olsun ya da olmasın her türlü kitaba hürmet gösterilir (01:15:15). Evleri iki katlıdır ve evin alt katında üç tane oda, tuvalet, sığınak, mutfak, banyo ve kömürlük vardır. Üst katta da üç oda ve tuvalet vardır. Evleri 1936 yılında inşa edilir ve dönemin imar planına göre evlerde sığınak da olmak zorundadır. II. Dünya Savaşı sırasında tekrar göreve çağrılan babası hazırlıklarını yapıp Trakya’ya gider. Bu dönemde Kısıklı’da bir tanıdıklarının yanında kalırlar ve babası geldiği zamanlarda evlerine geçerler. Kısıklı tarafında boş arazilere sığınak kazıldığını ve üstlerinin kapatıldığını anlatır. Savaş döneminde geceleri karartmalar yapılır ve akşam ezanından sonra pencereler battaniyelerle örtülür. Sofalardaki lambalara kağıtlar sarılır ve sokak lambaları da karartılır (01:19:20). Birçok insanın Anadolu’ya taşındığını ve İstanbul nüfusunun yarıya düştüğünü belirtir. Ekmek karnesi verilir ve her gün fırından karneyle ekmek alırlar. Aldıkları ekmekten artanları kurutarak ekmek olmadığı zamanlarda yerler. O yıllarda insanların kanaatkar olduğunu, yoksulluk ve kıtlık nedeniyle kılık kıyafet ve gıda dahil bir çok şeyden tasarruf edildiğini söyler. II. Dünya Savaşı sırasında kahve bulmak zor olduğu için nohut ve arpadan kahve yaptıklarını ve bu karışımın tadının aslında kahveye benzemediğini belirtir. Çekirdek kahvenin evde tavada kavrulduktan sonra el değirmeninde çekildiğini, arpa ve nohut kahvesinin ise dışarıdan alındığını söyler (01:23:24). 1950 yılından önce surların dışına çıkıldığında İstanbul biter. İstanbul denildiğinde sur içi anlaşılır ve sur dışına çıkılınca bağlar bahçeler başlar. Okul yıllarında izcilik faaliyetlerine katılır ve Kısıklı bölgesinde kamp yaparlar. Kısıklı’dan sonra yerleşim olmayıp sadece tarlalar vardır. Çekmeköy’e ve Küçükçekmece civarına insanların avlanmaya gittiğini belirtir (01:27:00). Laleli’nin lüks kabul edildiğini ve o bölgede apartman yaşantısının başladığını belirtir. Sultanahmet ve Cağaloğlu’nda genelde doktorların ve ailelerin ikamet ettiğini söyler. Laleli zaman içinde değişerek bir ticaret bölgesine dönüşür (01:28:40). Sur dışında Çırpıcı Çayırı’na gidilip piknik yapılır. II. Dünya Savaşı ve sonrasında Çırpıcı Çayırı’na kuyular açılır ve İstanbul’a su temin edilir. Sur dışında ilk yerleşimler Zeytinburnu’nda başlar ve Zeytinburnu’nda arazi sahiplenenler gecekondu inşa etmeye başlar. Amerika’dan gelen bir diplomatın uçaktan Zeytinburnu’nu görmesi ve Zeytinburnu’nda oturmak istemesi ile ilgili duyduklarını anlatır. Laleli’de oturanların Bahçelievler’e ve Avcılar’a yazlığa gittiklerini ve yalıları oda oda kiralayıp yazı geçirdiklerini söyler (01:33:45). Dönemin İstanbul’unda bir yazlık geleneği vardır ve kışın oturulan evlerden yazın başka evlere gidilir. Durumu iyi olanlar Erenköy tarafındaki yazlıklarına gider. Okul gezileriyle Topkapı Sarayı’na, Ayasofya’ya, Yedikule surlarına, gazhaneye ve çimento fabrikalarına giderler (01:36:35). Çift kademeli seçim sisteminden ve çok partili dönemden bahseder. Çocukluk döneminde yapılan seçimlerde mahallelerinde, seçim sandıkları Haseki Camii’nin avlusuna konur. Halkın okuma-yazma oranının çok düşük olduğunu ve insanların seçimler hakkında çok bilinçli olmadığını ifade eder (01:40:25). Çok partili seçim sisteminden ve Demokrat Parti’den bahseder. Ankara’da Fuat Köprülü’nün evine gittiğini ve Fuat Köprülü ile sohbet ettiğini anlatır. Demokrat Parti’nin politikasındaki değişiklerden bahseden Hattatoğlu, Vatan Cephesi’ni ve Vatan Cephesi’ne katılanların isimlerinin radyodan okunduğunu anlatır. Bu dönemde İstanbul’un imarında değişiklikler olduğunu ve Adnan Menderes döneminde mimari alanlarda büyük kararlar alındığını belirtir (01:47:20). Cerrahpaşa’da bulunan karakol binası, Oğlanlar Tekkesi ve mezarlığı, okul ve köşkler, dükkanlar ve evler, Çakırağa Camii, Tevekkül Hamamı, Selçuk Sultan Camii, Deniz Abdal Camii gibi yapılar Millet Caddesi ve Topkapı yolu açılırken yıkılır. Evleri yıkılanlara verilen paranın az olduğunu ve evlerinden çıkarılan insanların sıkıntı yaşadığını belirtir. Laleli’de bulunan Laleli Baba Türbesi de yol açılırken yıkılır. Süheyl Ünver’in Laleli Baba Türbesi ile ilgili söylediklerini aktarır. Laleli Baba Türbesi’ne verilen önemi, İttihatçıların bile bu türbeyi yıkmadıklarını, Laleli Baba’nın kim olduğunu anlattıktan sonra komşuları Ethem Bey’den Laleli Baba ile ilgili dinlediği bir hikayeden bahseder (01:56:20). Laleli Baba Türbesi’nde, Deniz Abdal Camii’nin yıkılmasında çalışır, taşları numaralandırır. Tophane’de Çivi Limanı Camii’nin yıkımında da bulunur. İstanbul’da yollar ve caddeler açılırken yapılan yıkımlardan detaylı olarak bahseder. Barbaros Bulvarı açılırken tramvay deposu, köşkler ve konaklar yıkılır (01:02:45). Lise son sınıfta cebir dersinden dolayı bir sene beklemek zorunda kalır. Kursa gider ve imtihanı vererek liseden bir sene geç mezun olur. Üniversite sınavında başarılı olamayınca askere gitmeye karar verir (02:06:00). Yedek subay olarak askerliğini yapar. İlk olarak bugünkü Kağıthane Belediyesi’nin bulunduğu binada olan İstihkam Okulu’nda askerliğini yapar. Hasbahçe olarak bilinen yerde talim yaptıklarını söyler. Kağıthane’den sonra İzmir, Narlıdere’de askerliğine devam eden Hattatoğlu, askerlik yaparken yaşadıklarını anlatır. Askerliğine İzmir, Narlıdere'den sonra Gaziantep’te devam eder. Haydarpaşa’dan trene biner ve Gaziantep’e gider. Portatif karyolasını ve yatağını İstanbul’dan götürür. Gaziantep’te askerlik sırasında neler yaşadığını anlatır. 1957 yılında Gaziantep’te başlayan siyasi karışıklıklardan dolayı örfi idare ilan edilir. Bu olayın kaynaklarda çok geçmediğini ve bilinmediğini belirtir. Dönemin Gaziantep’inden bahseder (02:17:00). Askerlik dönüşü Süleymaniye Camii’nin restorasyonunda çalışır. Bu sırada tekrar üniversite sınavına girer ve sanat tarihi okumaya başlar. İlk defa düzenlenen ve Suut Kemal Yetkin’in kongre başkanlığını yürüttüğü I. Türk Sanatları Kongresi’ne katılır (02:19:15). Süleymaniye’nin restorasyonunda çalışırken aynı zamanda eğitimine devam eder. Çok titiz çalıştığını ve çalışmadığı zamanların parasını almadığını belirtir. İşinden memnun olmasına rağmen siyaset ile iş ortamının birbirine karışmasından dolayı ayrılır. Süleymaniye Camii’nin restorasyonu ile ilgili bilgiler verir. Süheyl Ünver’den tezhip dersleri alır ve liseye geçince Topkapı Sarayı’nda çalışır. Her cumartesi Süheyl Ünver’in muayenehanesine giderek tezhip derslerine devam eder (02:25:45). Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden camilerde çalışmak üzere bir belge alır ve bu fotoğraflı belgede Süheyl Ünver’in öğrencisi olduğu belirtilir (02:26:52). Süheyl Ünver’in tezhip derslerine katılan öğrencilerden bahseder (02 :27:35). Bir dönem hat ile ilgilenir ve babası ile Süheyl Ünver’in yönlendirmesi sonucunda Hattat Macit Bey’den ders almaya başlar. Dersler için Macit Bey’in Kadıköy’deki evine gidip gelir (02:31:00). Dedesinin hat çalışmalarını Topkapı Sarayı’na ve kendi ok koleksiyonunu da askeri müzeye verdiklerini anlatır. Restorasyonlarda fotoğraf çeken Hattatoğlu, 1960 İhtilali’nden sonra Ali Saim Ülgen hakkında açılan soruşturmayı ve bu soruşturmada kendi adının da geçtiğini anlatır. Ali Saim Ülgen ile olan diyaloglarından bahseder (02:33:50). Fotoğraflar da çektiği restorasyonlar sırasında Süleymaniye Camii’nin kapatılmadığını ve ibadete açık olduğunu belirtir. Kanuni Sultan Süleyman Türbesi’nin restorasyonunu anlatırken türbenin çift kubbeli olduğunu ve dışındaki seramiklerin tamir edildiğini belirtir. 1960 İhtilali’nden önce restorasyon çalışmasından ayrılır (02:38:50). Döneminde kadınların kılık ve kıyafetlerinden ve kız çocuklarının eğitiminden bahseder (02:41:28). İstanbul’da yaşayan gayrimüslimler için kullanılan azınlıklar kelimesinin yanlış olduğunu, onların da Osmanlı’nın bir tebaası olduğunu ve azınlık kelimesinin sonradan kullanılmaya başlandığını ifade eder. Cerrahpaşa’da ve Samatya’da Ermeniler ve Rumlar yaşar. Samatya’da ve Yedikule’de Rum okulları, Kabataş’ta ise Musevi okulu vardır (02:43:21). 6-7 Eylül Olayları’nı evinin balkonundan izleyen Hattatoğlu, İstanbul’da zaman zaman kiliselerde ve evlerde yangınlar çıktığını belirtir. İstiklal Caddesi’nde ciddi tahribat olur ve dükkanlara zarar verilir. Kiliseler daha sonra devlet tarafından tamir edilse de 6-7 Eylül’ün acı bir hatıra olarak kaldığını ifade eder (02:46:31).
Video
Koleksiyon
- Görüşme [3104]