Görüşme Özeti | İstanbul’da değişen şeyleri değil de değişmeyenleri saymanın daha kolay olacağını söyleyen Vasiliadis, konuşmasına Beyoğlu’ndan bahsederek başlar. Beyoğlu’ndaki dükkanlar ve mağazalar, müşterilerinin profili değiştiği için değişir. 1920’li ve 1930’lu yıllarda Avrupa modasını bir hafta arayla Beyoğlu’nda takip etmek mümkündür. İstanbul’da o yıllarda yaşayanların İstanbul’u ile şimdi yaşayanların İstanbul’u farklıdır; çünkü bu değişim doğrudan İstanbul’da yaşayanlarla alakalıdır (00:05:13). Yenikapı’da Bizans dönemine ait bir limanın, mahkeme kararına rağmen aynı gün yıkıldığını söyleyen Vasiliadis, artık insanlığın bir kültür değeri olan bu türden yapıların korunması gerektiğini ve İstanbul’un hepimizin İstanbul’u olduğunu ifade eder. Bölünmenin ve herkesi bir grubun üyesi olarak görmenin kimseye bir şey kazandırmayacağını düşünmektedir. Herkesin İstanbul’dan bir şeyler kapıp kaçmak derdinde olduğunu, kimsenin kendine ve İstanbul’a bir şey katmak için uğraşmadığını söyler. İstanbul’a gelerek Üsküdar’da oturan biri Üsküdarlı, Beyoğlu’nda oturan biri Beyoğlulu, Fatih’te oturan biri de Fatihli olabilir; ancak İstanbullu olamaz. İstanbullu olabilmek için bunların hepsinden bir şeyler alıp yoğurmak ve bunlarla kendini eğitmek gerekir (00:12:39). Beyoğlu’ndaki Rum nüfustan yola çıkarak Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen ve tanıdıkları orada olduğu için Beyoğlu’na yerleşenlerin önce Beyoğlulu sonra da aklının ve kalbinin açıklığına göre İstanbullu olduğunu ifade eder. 1930’lu ve 1940’lı yıllarda İstanbul’da 40.000 Rum yaşarken bu sayı 1960’lı yıllarda daha da artar. Bunun nedeni sur içindeki Rumların 1955 yılındaki 6-7 Eylül Olayları’ndan sonra Beyoğlu’na taşınmalarıdır. 1964 yılında da 13 bin Rum sınır dışı edilir. İstanbul’un 90 bin üstünde olan Rum nüfusu 18 ay sonra 30 binin altına düşer. Gayrimenkuller satılamadığı için binalar ve işyerleri boşalır. Ve Anadolu’dan göç ile gelenler Rumlardan boşalan bu ev ve iş yerlerine yerleşir (00:19:11). Babasının Tarlabaşı’ndaki doktor bir arkadaşının evinden detaylı olarak bahseden Vasiliadis, 7 kişilik bir ailenin yaşadığı o evde sonradan 70 kişinin yaşadığına şahit olur. Nüfusla birlikte artan suç oranının bölgedeki kiraları ve satışları etkilemesinin arkasında bilinçli bir uygulama olduğuna inanmaktadır. Beyoğlu, o evde oturan 7 kişinin yaptığı alışveriş, 70 kişinin yaptığı alışverişle tamamen farklı olduğu için değişir (00:26:29). 19.y.y.’da Ege Denizi’ne çizilen sınırın, önceki yüzyıllarda olmadığını; dolayısıyla kültürün ve ticaretin bundan etkilendiğini belirten Vasiliadis, hem Atatürk’ün hem de Venizelos’un bu durumun farkında olduklarını düşünmektedir. İki devlet lideri arasında Türk ve Yunan ilişkilerini ekonomik ve sosyal anlamda iyileştirecek anlaşmaya 1934 yılında imza atılır. Ancak İsmet İnönü, cumhurbaşkanlığı döneminde yaşanan Kıbrıs sorunu nedeniyle bu anlaşmayı tek taraflı olarak fesheder. 13 bin Yunan vatandaşı aynı yasayla 18 ay içinde ülkeyi terk etmek şartıyla sınır dışı edilir. Bu anlaşmanın feshedilmesi, Türkiye’nin ilerleyen süreçlerde elde edebileceği kazançları da engeller. Vasiliadis, siyaseten yerine getirilmesi beklenen bazı taleplerin gerçekleşebilmesi için Türkiye’nin önce Türkiye Rumlarının hakkını vermesi gerektiğini düşünür (00:40:20). Tarlabaşı Bulvarı yapılmadan önce, yolun iki tarafında kalan Rum evleri istimlak edilerek geliri Merkez Bankası’na yatırılır. 1990’larda İstanbul’a dönen Rumların sadece bir kısmı bu haklarını alabilir ve alınan miktar da satılan mülklerin gerçek karşılığı değildir (00:45:09). Varlık Vergisi ve azınlıkların kamplara çalıştırılmak üzere götürülmesi gibi yasal düzenlemeler, Rumları 6-7 Eylül Olayları’ndan daha fazla etkiler. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde öne sürülen sebepler göz önünde bulundurulduğunda en büyük zararı Türkiye görmektedir (00:51:25). İstanbul’daki Rum ilkokullarını sayan Vasiliadis, 3 tane olan Rum liselerini birleştirmek istediklerini söyler (00:53:24). Vasiliadis, Aynalıçeşme İlkokulu’ndan sonra Zoğrafyan Lisesi’ne devam eder. Sultanahmet’teki Yüksek Ticaret’e gittiği yıl, Yunanistan’dan yeni gelen Rum bir öğrenciye bazı derslerde yardımcı olurken aralarında Rumca konuştukları için aldığı tepki ve bununla ilgili olarak yaptığı kavga okulu bırakmasına sebep olur. 1958 yılında yaşadığı bu olaydan sonra yedek subay olarak askerliğini yapar (00:54:39). Eski İstanbul’un alışveriş kültürüne değinerek maddi durumu iyi kimselerin Beyoğlu’ndan, bütçesi daha kısıtlı olanların da Eminönü’nden alışveriş yaptıklarını söyler. (00:56:40). Azınlıklar, Demokrat Parti’yi 1946’dan itibaren desteklemeye başlar ancak o seçimlerde açık oylama, kapalı sayım yapıldığı için sonuçlar önceden bellidir. Azınlıklar, 1954 yılında yapılan erken seçimlerde de Demokrat Parti’yi destekler. 1957 seçimlerine kadar Demokrat Parti’yi destekleyen Vasiliadis, bu seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’ni desteklediğini ancak sonrasında pişmanlık duyduğunu belirtir. Demokrat Parti’nin ve o yıllardaki hiçbir partinin Türkiye’deki demokrasiyi ileriye taşıyacak bir gücü olmadığını düşünmekte ve bunu bazı örneklerle anlatmaktadır (01:01:18). İstanbul’daki imar faaliyetlerinin İstanbul’u öldürdüğünü söyleyen Vasiliadis, özellikle Avrupa ve Amerika ülkelerinde şehrin mimari ve tarihi yapılarının korunduğunu ve onların İstanbul’dan daha kıymetli olmadığını vurgular (01:04:54). 28 Nisan’da Rami Kışlası’nda ateş idare subayı olarak askerliğini yapmaktadır. Emrindeki yaklaşık 90 kişilik askeriyle Beyazıt’ta çıkan olayları yatıştırmak için gönderilir. Yola çıkmak üzere hazırlanırken kendisine askerlere dağıtması için mermi verilir ancak bu mermileri dağıtmaz. Beyazıt’a vardıklarında askere olan saygı nedeniyle öğrencilerin büyük çoğunluğu geri çekilir. Olayların Beyoğlu’na sıçramaması için çeşitli önlemler alınır. Yeni Cami önünde çadır kurarak askerleriyle 5 gün boyunca kalır ve bu sırada hiç uyumaz. Buradan da yine askerleriyle Sulukule’ye geçer. Sulukule’de yeni emir için beklerken bir grup subay ile Muammer Karaca Tiyatrosu’ndaki Cibali Karakolu isimli oyunu izlemeye giderler. Bu oyunda yaşadığı bir olayı ve Sulukule romanlarıyla ilgili bir anısını anlatır (01:19:36). 1960 İhtilali’nden sonra Beyazıt’ta kutlamalar yaparak askerin ve ihtilalin lehinde slogan atan gençler kendisini üniformalı görünce omuzlar üstüne alarak Aksaray’a kadar taşırlar. Yeniden 28 Nisan’da ve ihtilal sonrasında yaşananlara değinen Vasiliadis, ne olursa olsun darbe ile ileriye gidilemeyeceğinin Yassıada’da anlaşıldığını düşünmektedir (01:22:07). Geçirdiği bir kaza sonucunda hava ordusundan kara ordusuna geçiş yapan bir tuğgeneral ve hacı çavuş olarak hitap ettiği bir çavuş ile ilgili anılarını aktarır (01:28:15). Babasının rahatsızlığı nedeniyle mesire ya da yazlık yerlere pek gidemezler. Varlık Vergisi ile haczedilen eşyaları babasının muayenehanesine kapatıldığı ve kapısı da mühürlendiği için yaklaşık 1,5 sene büyük anneannesinin Çengelköy’deki evinde kalırlar. 1945 yılında Tarlabaşı’ndaki evlerine dönerler. Aileleri yazlığa gitmeyen çocuklar için hazırlanmış kamplara yeniden değinerek kendisinin de bu kamplara katıldığını söyler. Askerlikten önce çalışmaya başladığı dönemlerde yaz tatillerini Burgazada’da geçirir. Rumların özellikle Burgazada’yı çok sevdiklerini ve onun dışında Büyükada ve Heybeliada’ya gittiklerini; Kınalıada’nın ise Ermenilerin tercih ettiği bir sayfiye yeri olduğunu belirtir. Türkler ve Museviler de daha çok Büyükada ve Heybeliada’ya gider. Elit tabakadan olan Museviler ise özellikle Burgazada’yı tercih eder. Adalar dışında, Büyükdere, Sarıyer, Yeniköy ve Tarabya bölgeleri de Boğaz’ın önemli sayfiye yerleri arasındadır. İstanbul’a daha yakın Arnavutköy gibi yerler ise hem yaz hem kış oturulan muhitlerdir. Üsküdar ve Kadıköy daha yerleşik bir yaşam tarzının hakim olduğu yerler olup çok farklı din ve kültürlerden insanları barındırmaktadır. Kuzguncuk, kilise, cami ve sinagogun yan yana görülebileceği bir köydür. Beylerbeyi de özellikle paşaların ve onların yardımcılarının ikamet ettiği bir muhit olarak bilinmektedir. Kanlıca ve Kandilli de Rum cemaatinin kilise ve mekteplerini barındıran iki önemli bölgedir (01:36:24). Rum mutfağı olarak isimlendirilen mutfağın aslında İstanbul mutfağı olduğunu söyleyen Vasiliadis, sadece balıkçıların genelde Rum olmasından kaynaklanan ufak bir fark olabileceğini ifade eder. Zaten yoksulluğun hakim olduğu ve askeriyenin her şeye el koyduğu 1940’lı yıllarda insanların en önemli sorunu kıtlıktır (01:39:44). Yazlığa gidemeyen çocuklar için Burgazada’da yapılan kampın bir benzeri daha sonra Kınalıada’da da yapılır. Ortaokuldayken de bu kamplara katılan Vasiliadis, en fazla 2 ay kalabildiğini, çünkü ailesine destek olmak için yaz tatillerinde çalışmak zorunda olduğunu anlatır. İlk defa 8-9 yaşlarındayken bir berberin yanında çalışmaya başlar. Daha sonra ise bir mefruşatçıda çalışarak işin inceliklerini öğrenir. Bu süreçte İstanbul Üniversitesi’nin de perde işlerini yaparlar (01:43:17). Ablasının ilkokulu bitirdikten sonra Fransız okuluna gittiğinden ve kendisini okutabilmek için eğitimini yarıda bırakarak çalışmaya başladığından bahseder. Rum toplumunda kadınların çalışması herhangi bir sıkıntı teşkil etmeyip aksine büyük çoğunluğu meslek sahibidir. Beyoğlu Spor Kulübü’nün yerindeki atölyeyi hatırlatarak o binanın üst katlarının atölye olduğunu ve 12-13 yaşlarındaki kız çocuklarının buradan yetişerek terzilik öğrendiğini anlatır. Rum kadınları bunun dışında da pek çok iş alanında yer almaktadır (01:46:26). İstanbul’un eğlence kültüründen bahseden Vasiliadis, Dolmabahçe Stadı’nın arkasında Güneypark ve Denizpark isimli iki gazino olduğunu ve bunlardan Güneypark’ın daha iyi bir programa sahip olduğunu söyler. Yunanistan’dan gelen ve babasının muayenehanesini kiralayan tiyatrocu bir hanımefendi ile 9-12 yaşlarındayken Güneypark’a gider. Gazinoya sadece Rumlar değil, Türkler de gider ve orada hem Türkçe hem de Yunanca şarkılar okunur (01:51:51). Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen tiyatro gruplarının çok iyi olduğunu; İstanbul’daki seyircinin de bu kaliteyi tanıdığını söyleyen Vasiliadis, bu kültür alışverişinin 1964 yılına kadar devam ettiğini ifade eder. Bu tarihten sonra İstanbul’daki tiyatro faaliyetlerinin yeniden canlanması için kendi tiyatro grubunu kurar. 1964-1965 yıllarındaki sınır dışı edilme olaylarından sonra sahneledikleri “Gitmeden Gülün” isimli oyundan bahseder. Tam 10 hafta boyunca sahnelenen bu oyundan sonra da “Kaç Kişi Kaldıysanız Gelin Gülün” ve son olarak da “Gülün ve Gitmeyin” isimli Rumca oyunları sahnelerler. Bu oyunları en ön sıradan seyreden Vasiliki Behçet hakkında duydukları şeylerden bahseder. Tiyatro gurubundaki arkadaşlarını anlatan Vasiliadis, pazartesi günleri Yeni Tiyatro’da sahneledikleri bir oyunda seyircinin oyunculara gösterdiği ilgiden sözeder. Sanat Arkadaşları isimli bu tiyatro grubunun üyeleri daha sonra Yunanistan’a göç eder (02:03:51). 1958 yılında Peyami Safa’nın Rumlar aleyhinde kaleme aldığı iki yazıya cevap yazarak gazeteciliğe ilk adımını atmış olur. Eğitim alanı finans ve ticaret olan Vasiliadis, bir yandan da Hür Ses isimli haftalık bir gazetenin sorumlu müdürü olarak çalışmaktadır. Daha sonra günlük bir gazetenin sorumlu müdürü olarak çalışmaya devam eder. Kuruçeşme’deki Kumaş Boya Apre Fabrikası’nda da finans müdürlüğü görevini yürütür. 15 sene boyunca bu fabrikada çalışır. 1964 yılında milli birliği bozacak şekilde Rumluk propagandası yapmakla suçlanır. 1964’ten 1975’e kadar süren bu davada iki defa beraat alır ancak karar bozulur. Kesin beraat kararı çıkana kadar bekler ve üçüncü beraattan sonra İstanbul’u terk eder (02:07:35). Rum cemaatinin çıkardığı Apoyevmatini ve Embros gibi gazetelerden kısaca bahseder (02:08:28). İstanbul’dan ayrılma nedenlerini anlatan Vasiliadis, Yunanistan’daki diktatörlük bittiği, davası sonuçlandığı ve Türkiye’de emekli olma hakkı kazandığı için 1974’te Yunanistan’a gider. O yıllarda İstanbul’un çocuk yetiştirmek için uygun olmadığını gerekçeleriyle açıklar. Aleyhinde açılan dava ve davanın iddianamesi ile ilgili detaylı bilgiler verir (02:15:38). Okuldaki tiyatro grubunun sorumluluğunu üstlenen Vasiliadis, eşi Marika Hanımla da bu süreçte ve ortak arkadaşları aracılığıyla tanışır (02:17:30). Yunanistan’a gittikten sonra uyum sağlamak konusunda herhangi bir sıkıntı yaşamadığını; dil ve din ortaklığı sebebiyle zaten büyük bir avantaja sahip olduğunu ve Yunanistan ile Türkiye’nin aslında aynı coğrafyanın iki ülkesi olduğunu ifade eder. Yunanistan’a gidenlerin uyum sağlayamadığı düşüncesini de reddeder. Çünkü 1955’ten sonra Türkiye’den giden Rumların ne kendileri ne de çocukları için Türkiye’de bir gelecek beklentisi içinde olmadıklarını düşünmektedir. 1964’te gidenler, 1923’te gidenler gibi büyük bir yoksulluk içinde olmadığından uyum sağlamaları kolaylaşır. Rumların Yunanistan’a gitmesiyle yaşadıkları bir anısını aktaran Vasiliadis, onların Yunanistan’a gittikleri için değil, Türkiye’den kovuldukları için mutsuz olduğunu ifade etmektedir (02:28:22). | tr_TR |