İslam Seçen ile sözlü tarih görüşmesi
Görüşülen Kişi
Seçen, İslam
Görüşen Kişi
Adlı, Ayşe
Hazırlayan/Destekleyen
Bilim ve Sanat Vakfı (BİSAV)
İstanbul Kalkınma Ajansı (İSTKA)
Metadata
Tüm öğe kaydını gösterGörüşülen Kişi Künye
1936, Priştine; T.C.; Erkek; Mücellit
Özet
İslam Seçen, 1936 yılında Kosova’nın Priştine şehrinde doğar. Çocukluğu II. Dünya Savaşı döneminde geçer. Tarımla uğraşan ailesi tarlalara ekim yapamaz. Yaşanan yokluk nedeniyle Prizren’e taşınma kararı alınır. 1940’ta, şartlar düzelince Priştine’ye geri dönerler. Seçen, aynı sene okula başlar (01:36). Ortaokulda güzel resim yaptığını fark eden bir hocası tarafından resim bölümüne yönlendirilir. İpek (Peç) şehrinde resim ve heykel eğitimi alır (02:50). Aile 1956 yılında Türkiye’ye taşınır (02:55). II. Dünya Savaşı yıllarında sokakta, cesetler arasında oyun oynadığını hatırlamaktadır (03:30). Varlıklı bir aileye mensup olan babasının özel okullarda okuduğunu ve Mareşal Tito zamanında devlet hazinesinin muhasebesini tuttuğunu anlatır (04:25). Savaş yıllarında yiyecek karneye bağlanır. O yıllarda aç yatıp aç kalktıklarını hatırlamaktadır. Defter, kitap bulmak da imkansızdır. Eğitim Bakanlığı 10 öğrenciye 1 kitap göndermektedir. Seçen, yokluğa rağmen iyi bir eğitim aldığını düşünmektedir (05.55). 6 yaşında jimnastiğe başlar ve Avrupa çapında jimnastik müsabakalarına katılır (06:10). Spor hayatına futbolla devam eder ve Kosova milli takımında oynar (06:33). Akademide Fransız bir hocadan resim dersleri alır. Hocasının eğitim yöntemi ile ilgili bir hatırasını aktarır. Aktif ve başarılı bir öğrenci olarak spor faaliyetlerine de devam etmektedir (09:46). Komünist sistemin Müslümanlara yönelik baskıcı tavrı sebebiyle 1956’da Türkiye’ye göç etme kararı alırlar. Babası, kalmaları durumunda öldürülme tehlikesi yaşayacaklarını aileden gizler (10:13). İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi’ne kaydolur. Vefatına kadar bir arada olacağı hattat, müzehhip Emin Barın’la tanışır. Eğitimine Emin Barın atölyesinde devam eder. Barın’ın teşvikiyle klasik Osmanlı ciltçiliği çalışmaya başlar (12:00). Öğrencileriyle yakından ilgilenen Barın, Seçen’in bütün ihtiyaçlarıyla yakından ilgilenmektedir (12:40). Akademide ayrıca Necmettin Okyay ve oğlu Sacit Okyay’dan klasik Osmanlı cilt sanatı dersi alır. Klasikle birlikte modern cilt yapmayı da öğrenir (13:45). Seçen, ailenin Balkan Harbi döneminde Priştine’den ayrılmamasını, mal varlıklarını geride bırakmak istememelerine bağlar. O yıllarda ağalık sistemi hala devam etmektedir ve ailenin 12 köyü vardır (14.20). Babası Ali Bey 1977’de kalp rahatsızlığı sonucu vefat eder (14:45). İslam Seçen, çocukluğunda Priştine nüfusunun yarısından fazlasının Türk olduğunu hatırlar. Prizren ve Üsküp’te de yoğun bir Türk nüfusu vardır (15:05). Okulda Sırpça eğitim alan Seçen, iyi derecede Sırpça bilmektedir. Evlerinde Türkçe konuşulduğunu ancak çocukluğunda öğrendiği lisanın, İstanbul Türkçesi'nden çok farklı olduğunu dile getirir. İstanbul’a geldiğinde şehirde kullanılan dili konuşmakta zorlanır (15:50). Akademiden mezun olduktan sonra askere gider (16:02). Kültür Bakanlığı 1960 yılında Süleymaniye Kütüphanesi’ne eleman alımı için kadro açar. Emin Barın’ın tavsiyesiyle yeni kurulan restorasyon atölyesinde çalışmaya başlar. O tarihlerde kütüphanelere yeterli kaynak sağlanamamaktadır. Ağır fiziki şartlar altında çalışmak gerekmektedir (17:20). Kütüphane’nin girişinde tabela yoktur. Seçen, yine Emin Barın aracılığıyla tanıdığı Berç Usta olarak bilinen Berç Toroser’e bir tabela yazdırır. Bakanlıktan tabela için gerekli ödeme gelmediğinden tabelanın parasını Çelik Gülersoy öder (17:45). Kütüphanedeki eserlerin durumu hakkında da bilgiler veren Seçen, rutubetten erimiş, kurtlanmış eserlerin kurtarılması gerektiğini kaydeder. Teknik malzeme yetersizliğine rağmen ellerinden geleni yaparlar (18:20). Süleymaniye Kütüphanesi’nde 27 sene çalışır (18:25). Çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra Kırklareli’nde topçu olarak askerlik yapar. Askerden sonra kendi işini yapmayı düşünmektedir ancak teklif üzerine Süleymaniye Kütüphanesi’ne döner. Kütüphane müdürü Halit Dener’in vesilesiyle mesai arkadaşı Şeyma Hanım’la evlenir (19:00). Halit Dener’den sonra Muammer Ülker ve Nevzat Kaya’nın müdürlüğü döneminde de Süleymaniye’de çalışmaya devam eder (19:10). Eskiden tek müdürün idare ettiği kuruma başkanlık sistemi getirildikten sonra, 5 yönetici atanır (19:20). Seçen, Süleymaniye’nin yazma eserler açısından doğu kütüphaneleri arasında ilk sırada olduğunu belirtir. Görev yaptığı dönemde koleksiyonda 150 binden fazla yazma eser bulunmaktadır. Toplam eser sayısı ise 300 bin civarındadır (19:50). Arşivin çok önemli olduğunu kaydeden Seçen’e göre arşivi yok olan millet yok olmaya da mahkumdur. (20:12). Kütüphaneye maddi manevi çok emek verir. Mecbur kaldığında kendi parasıyla altın ve deri alıp çalışmaya devam eder. O yıllarda valilikten gönderilen tahsisat yapılan işin yanında çok yetersiz kalmaktadır. Günümüzde şartların çok iyi olduğunun altını çizer. Osmanlı nakışhanelerinde 40 kişinin çalıştığını hatırlatan Seçen, bugün restorasyon atölyesinde de aynı sayıda çalışan olduğunu duyar. Belli bir mesafe kat edilse de henüz istenen seviyeye gelinemediğini belirtir. Seçen’in kütüphanede görev yaptığı dönemde restorasyon atölyesinde 12 kişi çalışmaktadır (21:25). Kütüphaneden ayrıldıktan sonra üniversiteye döner. 2002 yılında yaş haddinden emekliye sevk edilir (21:40). Kütüphaneden ayrıldığında hala yapılacak çok iş olduğunun altını çizer. Eleman ve ücret azdır. Olumsuz fiziki şartlar sebebiyle sağlık sorunları yaşanmaktadır. O yıllara yönelik eleştirileri haksız bulduğunu dile getirir (22:40). 63 senedir klasik cilt yapan Seçen, sahip olduğu tecrübeye dayanarak günümüzde yapılan çalışmaları hatalı ve eksik bulur (22:55). 1969’da Portekiz hükümeti, Kültür Bakanlığı aracılığıyla kütüphanelerindeki kitapları yenileyecek bir ekip ister. Emin Barın’la birlikte eserleri görmek için Lizbon’a giderler. Kütüphanedeki İslam eserleri su altında kalmış ve çok hasar görmüştür. İki ay süren ilk ziyarette örnek çalışmalar yapılır. Seçen, 32 sene boyunca Lizbon’a düzenli olarak gider ve restorasyon çalışmaları yapar. Bir esere yaklaşık 1,5 ay zaman ayırmaktadır. Çalışmalardan çok memnun kalan Portekiz Hükümeti, İslam Seçen’e vatandaşlık teklif eder. Seçen, teklifi yeni evlendiği için kabul etmediğini ifade eder (27:25). Mimar Sinan Üniversitesi’nde alanında yetkin öğrenciler yetiştirir. Öğrencilerinden Habip İşmen’in cilt konusunda uzman olduğunu kaydeden Seçen, akademideki ortam giderek değiştiği için okuldan uzaklaşır. Emekli olduktan sonra bir müddet ücretli olarak ders vermeye devam eder (28:15). İSMEK’ten gelen teklif üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin meslek edindirme kurslarında ders vermeye başlar. 8 yıldır devam eden kurslar sayesinde her yaştan ve her meslekten insana cilt dersi verir (28:55). Küçükçekmece Belediyesi ve Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi’nden gelen teklifleri de kabul eder. Üniversitede Cilt Ana Sanat Dalı’nı kurar. Haftanın 7 günü ders vermeye devam eden Seçen, 3 gün üniversitede, 3 gün İSMEK’te ve 1 gün de Küçükçekmece’deki kurslara nezaret eder (30:10). Klasik Osmanlı cilt sanatının çok incelikli bir alan olduğunu belirtir. Avrupa ülkelerindeki sanatçılar sık sık kendisini ziyaret eder. Kendisi de hem çalışmalara katılmak, hem de kütüphaneleri tetkik etmek için çok sayıda yurtdışı seyahatine çıkar (31:30). Seçen, sürekli üretmeyen kişinin sanatkar sayılamayacağını ve sanatın ilerlemesi için disiplinli çalışmak gerektiğini vurgular (31:55). Tekrar Türkiye’ye göç hikayelerine değinen Seçen, ailesinin İstanbul’a geldiğini ancak geride akrabalarının ve tanıdıklarının kaldığını ekler. Hala İstanbul’a ilk gelişlerinde yerleştikleri Kocamustafapaşa’da ikamet etmektedir. 1950’lerin Kocamustafapaşası küçük bir yerleşim yeridir. Bölgede ahşap evler çoğunluktadır. 1950’lerin İstanbul’unu tarif eden Seçen, İstanbul’un o tarihlere kıyasla yüzde 99 değiştiğini belirtir. Şehirle birlikte insanların da değiştiğini gözlemler. 650 bin nüfuslu şehirdeki binaların çok azı günümüze ulaşır (33:22). İstanbul’a yeni geldiği zamanlarda eğitim kalitesinin yüksekliği dikkatini çeker. Okul sayısı arttıkça eğitim kalitesinin düştüğünü ve bilginin okullarla sınırlı tutulmasının sakıncalı olduğunu dile getirir. Seçen, öğrenciliğin meslek hayatına atıldıktan sonra başlayıp ölene kadar devam etmesi gerektiğini düşünür (35:00). Küçük kardeşi eğitimini Almanya’da tamamlar ve Mercedes fabrikasında çalışmaya başlar. Kardeşiyle Almanya’ya yerleşmeyi düşündüğünü ifade eden Seçen, anne ve babası burada yaşadığı için vazgeçer (35:43). Ailesinin İstanbul’a kolay alıştığını ve babasının Balkan Savaşı döneminde de geldiği İstanbul’a yabancı olmadığını söyler. Dedesi İbrahim Ağa, Seçen’in babasını ev almak için İstanbul’a gönderir. Aksaray’da, bahçesinde şadırvanı olan bir konağın 3 bin liraya satıldığını ancak babasının parası yetmediği için evi alamadan geri döndüğünü anlatır (36:31). Zenginlik hedefi olmadığını ve meslek hayatı boyunca işlerin yürümesi için cebinden para harcadığını belirtir (37:20). Eşini 2000 yılında kanserden kaybeder. İlk yıllarda çok zorlansa da şu anda yalnızlıktan şikayeti olmadığını ifade eder (37:40). II. Dünya Savaşı yıllarında Priştine camilerinde dini eğitim verilmektedir. Din eğitimi yasak olduğu için camiye büyük bir gizlilik içinde gidip gelirler. Polis baskınlarında da kitaplarını gizlemektedirler (38:20). Camide verilen eğitim yetersiz olduğu için aileler çocuklarını devlet okullarına göndermeye mecbur kalır. Ailelerin üzerinde büyük bir baskı vardır. Yaşananlara ancak büyüdükten sonra anlam verebildiğini ancak konuşmak ve eleştirmek yasak olduğu için gençlerin de büyükler gibi susmak zorunda kaldığını belirtir. Çünkü komünist sistemde can güvenliği yoktur (39:10). Ailesi Türkiye’ye göç etmeye karar verdiğinde spor alanındaki başarıları çevresi tarafından fark edilen Seçen’in kalması ve spor kariyerine devam etmesi için ısrar edilir. Ancak o, ailesinden ayrılmayı kabul etmez (39:45). Uzmanlığın önemine inandığı için sanat dışında herhangi bir alanda fikir beyan etmediğini belirtir (40:32). Dünya harbi döneminde Kosova’da hayat alt üst olur. Yahudi soykırımına da şahitlik eden Seçen, bir haziran günü Yahudilerin evlerinden alındığını hatırlamaktadır. Aynı günlerde onların evi de basılır. Ancak gece baskınında kapısını kırarak girdikleri evin Müslümanlara ait olduğunu anlayan Alman askerleri, ertesin gün özür dilemek maksadıyla eve ceviz gönderir. Almanların Müslümanları çok sevdiğini belirten Seçen, SS Ordusu’nda Müslüman askerler olduğunu, Cuma günü tabur halinde namaza geldiklerini anlatmaktadır. Almanlar savaşı kaybedince işler tersine döner. Müslümanlar çok sayıda şehit verir. Caddelerde katliamlar yapılır. Geride kalan yetim çocuklar komünist sistemde yetiştirilip devlet hizmetinde kullanılır (43:50). Savaşın ardından 6 federasyondan oluşan bir cumhuriyet kurulur. Mareşal Tito öldükten sonra Rusya müdahale eder. Seçen, Yugoslavya Federasyonu’nun bugünkü halini komünist rejimle ilişkilendirmektedir (44:20). Bağımsız devletler kurulsa da Balkan ülkelerindeki Müslümanların sıkıntılarının devam ettiğini söyler. Bosna’da, Kosova’daki Müslümanlara yönelik şiddet ve kötü muamele sonraki yıllarda da devam eder. Seçen, Avrupa’nın Müslümanları sevmediğini düşünmektedir (45:47). Evlerinde babasının kitaplarından oluşan bir kütüphane vardır. Ancak siyasi baskılar ve korkular yüzünden çoğu yakılır. O günleri sıkıntıyla hatırlayan Seçen, bu konuda fazla konuşmak istemez. Kosova’dan ayrılırken Türkiye’deki yasaklar sebebiyle bazı kitaplarını yanlarında getiremezler. Kütüphaneden geri kalanlar da o günlerde dağılır (46:50). Ata topraklarını terk etmek zorunda kalmanın vatansız kalmak olduğunu ifade eder. Kosova’da doğmuş olsa da Türkiye’yi vatan kabul etmektedir. Vatan, istikbal vadeden yerdir ve Seçen, geleceğini Türkiye’de kurmuştur. Göç ettikten sonra Kosova’yla ilişkilerini sürdürse de Arnavutça bilmediği için kendisini orada yabancı hisseder (48:00). Tito döneminde yapılan toprak reformu sonrasında mal varlıklarına el konulur. Seçen, Türkiye’ye geldiklerinde yanlarında sadece 200 lira olduğunu kaydeder. Topraklarından kovulmuş gibi çıkarlar. Yaşadıklarını, günümüzde Suriyelilerin yaşadıklarına benzetir (48:45). Ailesi eğitimleri konusunda herhangi bir yönlendirme bulunmaz. Balkanlarda ailelerin çocuklarını serbest yetiştirdiklerini ve bu sebeple rahat bir gençlik yaşadığını söyler (49:40). Mareşal Tito döneminde öğrenciler devlet politikası gereği gezdirilmektedir. Seçen bu uygulamayı, ülkeyi tanıtma isteğine bağlar. Madenler, sanayi bölgeleri, tarım arazileri de bu geziler kapsamındadır (50:28). Çocukluğundaki Priştine’yi çok net hatırlayan Seçen, ailelerin bahçeli evlerde yaşadıklarını ifade eder. Bahçelerin birbiriyle bağlantısı vardır, böylelikle sokağa çıkmadan komşuya gidilebilmektedir. Bu ara geçişlere halk arasında kapıcık denilmektedir. Komşular arasında yakın bir ilişki vardır. Böylesi yakın ve saygılı ilişkilerin bir daha geri gelmeyeceği kanaatindedir. Bugün yaşadığı apartmanda komşular birbirine selam bile vermemektedir. İstanbul’a geldikleri yıllarda komşuluk ilişkileri İstanbul’da da yaşatılmaktadır. Seçen, değişimin 1960’lardan sonra başladığını belirtir (51:45). Günümüzde herkesin kendini kurtarmak peşinde olduğu fikrini taşımaktadır. Saygı çerçevesinde yürüyen ilişkilerin ortadan kalktığını ve ailelerin bile çok değiştiğini gözlemleyen Seçen, yeni ilişki biçimlerini yadırgadığını dile getirir (53:45). Televizyonun, radyonun, telefonun olmadığı devirlerde insanlarla daha yakın ilişki içinde olur. İstanbul’un elektriği Sütlüce’den sağlanır. Kesinti olduğunda direklere asılan fenerler devreye girer. Elektrik şebekesi yaygın olmadığı için 1960’lara kadar buzdolabı yerine tel dolap kullanılır. Yemekler günlük pişirilirken bozulma ihtimali olan yiyecekler de bahçelerdeki kuyulara sarkıtılır (54:26). Refah seviyesi düşüktür. 1950’lerin İstanbul’unda ayakkabı siparişle yaptırılmakta, gömlekler evlerde, kadınlar tarafından dikilmektedir. Pençeli ayakkabı, yamalı kıyafet giymek normaldir (55:05). 1902’ye kadar Balkan Türkleri ile Türkiye arasında tam bir kültür ve dil birliği olduğuna dikkat çeker. Osmanlı’nın Balkanlar’dan çekilişi aradaki bağın zayıflamasına sebep olur. Devlet yönetiminin Hıristiyanlara geçmesi Rumeli’deki Müslümanların huzurunu kaçırır. Hıristiyan komşuların Türkleri tehdit etmeye başladığını söyler ve babasının ilgili bir anısını anlatır (56:25). Afganistan'a gitmesinden ve oradaki Amerikalı'nın kötü tavrından söz eder. Türk'ün ilmi olduğunu, Türkleri çekemediklerini ve bütün dünya müzelerinin Türk eserleriyle dolu olduğunu belirtir (57:21). Çok çalışmanın başarıyı beraberinde getireceğini savunan Seçen, akademideki hocalarının talebeleri teşvik için çok hassasiyet gösterdiklerini anlatır. Necmettin Okyay ve Emin Barın talebelerinin çalışmalarını yakından takip etmekte ve eserlerini takdirle izlemektedir (58:23). Anıtkabir’deki ve metal paraların üzerindeki yazılar, Almanya’da eğitim alan, II. Dünya Savaşı döneminde Avrupa’da yarışmalara katılan ve olimpiyat kitabını hazırlayan Barın tarafından yazılır. Seçen, Barın’ın kıymetinin öldükten sonra anlaşıldığını dile getirir. Klasik sanatlarla ilgilenen herkesle yakın ilişkisi olan Barın’ın atölyesi sanatkarlar için buluşma mekanı niteliğindedir. Düzenli olarak toplanan meclise; Hafız Kemal Batanay, Rikkat Kunt, Muhsin Demironat, Ragıp Tuğtekin, Op. Dr. Sadi Berker, Adnan Menderes, Fahri Korutürk gibi isimlerin iştirak ettiğine şahitlik eder (59:55). Seçen, Emin Barın Cilt Atölyesi’nin İslam sanatlarının Türkiye’deki gelişiminde pay sahibi olduğunu düşünmektedir (01:00:05). Barın Han’ın üst katları matbaa makinası ve boyası Heidelberg firması tarafından kullanılmaktadır (01:00:35). Türkiye’de sanatkarlar arasında geçimsizlik olduğundan yakınır. Sahalarında yeteri kadar başarı gösterememeleri de bu uyumsuzluk sebebiyledir. Sanatkarların usta-çırak ilişkisi içerisinde yetişmesi gerektiğini düşünmektedir. Usta tek bir öğrenci yetiştirirken okullarda 10 öğrenci bir arada yetiştirilmektedir. Okulda öğrenci hocasını haftada bir gün görürken çırak her gün hocasıyla bir aradadır (01:02:02). Emin Barın’ın her öğrencisi atölyede hocalarıyla çalışır ve hatta gece gündüz atölyede kalan öğrenciler olur. Hocalarına ve işlerine aşk derecesinde bağlı olduklarını belirten Seçen, sanatın da bu aşktan doğduğunu dile getirir (01:04:00). Sacit Okyay’ın da aralarında bulunduğu bazı sanatkarlar ehl-i vukuf olarak mahkemelere hizmet vermektedir. İmzaların gerçekliği onların onayı sayesinde tescil edilmektedir. Seçen, bu mekanizmayı tehlikeli bulduğu için sadece bir kez mahkemeye gittiğini belirtir. Yanlış bir kararın insanların hayatında önemli etkileri olacağını düşünerek ehl-i vukuf olmayı kabul etmez (01:04:45). Sanatta ustalığın, detaylarda gizli olduğunu ifade eder. Hattatların çalışma disiplinine dair bilgiler veren Seçen, ustalıkla paralel olarak inceliğin de arttığını belirtmektedir (01:06:55). Emin Barın’ın geçmişte yaşadıklarını pek anlatmadığını belirten Seçen, yazı atölyelerinin kapatıldığını, hattatların büyük zorluklar içinde kaldığını hatırlar (01:10:35). Atölyede devrin önde gelen isimlerinin de katılımıyla sabaha kadar süren sohbetler yapılır. Seçen, hasta olduğu halde Perşembe günleri yapılan toplantılara gelen Şevket Rado’yla o sohbetlerde tanışır. Kemal Batanay, Japonya’dan gelen talebelerini de o meclislere getirmektedir (01:11:40). Perşembe sohbetlerini ilim irfan toplantıları olarak tanımlar. Meclise gelenler yeni öğrendikleri bilgileri ve gördüklerini birbiriyle paylaşmaktadır (01:12:20). Herkese açık olan bu toplantılara, katılan hocaların öğrencileri de gelmektedir. Öğleden sonra saat 13:00’te gelmeye başlayan misafirler saat 16:00 civarı dağılmaktadır (01:12:50). Klasik Osmanlı cildinin incelikleri konusunda da bilgiler veren Seçen, sahtiyan denilen oğlak derisi kullanıldığını kaydeder. Gözenek yapısı ve mukavemeti sebebiyle tercih edilmektedir. Zaman içinde nadiren de olsa diğer derilerin de kullanıldığı olur. Seçen, ciltte altın kullanımının Kanuni Sultan Süleyman döneminde başladığını ve Selçukluların altın kullanmadığı bilgisini verir (01:13:45). Şeyh Hamdullah’ın başından geçen bir olayı anlatarak Emin Barın’ın klasik meşk usulüyle ders yaptığını kaydeder (01:16:20). Klasik ciltte kullanılan altının kıvama gelmesi için arabi zamkla saatlerce ezilmesi gerekmektedir. Seçen, uzun süre ezilen altının daha parlak olduğu bilgisini verir. Kıvamının sudan daha ince olması gerekmektedir. Hazırlanan altın samur fırçayla kalıba basılmaktadır. Ciltlerin isimleri, kullanılan malzeme ve verilen forma göre değişmektedir. Değerli taşlarla süslenen ve daha çok saray için hazırlanan ciltlere murassa denilmektedir (01:17:45). Seçen, son yıllarda matbaacılığın ilerlemesinden duyduğu memnuniyeti dile getirir. Klasik sanatlar genel itibarıyla iyi bir çıkış yaşamaktadır (01:19:15). Uygun bir cilt için kitabın içeriğinin iyi tetkik edilmesi gerekmektedir. Kur’an-ı Kerim sayfaları tek haneli rakamlara tekabül eden satırlardan oluşmaktadır. Mücellidin de bu hassasiyeti taşıması gerekmektedir. Aynı şekilde 10. padişah olan Kanuni’nin yaptırdığı Süleymaniye Camii’nin bütün süslemeleri de 10’ar motiften oluşmaktadır. Sanattaki inceliğe Süleymaniye’nin yapılışını örnek gösterir. Cami, 6 sene dinlendirilmeye bırakılan temel üzerine inşa edilmiştir (01:22:35). Seçen, beton binalar arasına sıkışan selatin camilerin görünür hale getirilmesini talep etmektedir. Bunun için camilerin etrafındaki yapıların yıkılmasını tavsiye eder (01:23:10). Estetiğin topyekün bir hayat tarzı olduğunu belirtir (01:24:55). 1950’li yıllarda Emin Barın, Necmettin Okyay, Kemal Batanay, Hamit Aytaç gibi hocaların çevresinde çok sayıda talebe vardır. Seçen, o yıllarda toplum genelinde eğitime yönelik yoğun bir talep olmadığını dile getirir. Üniversitelere girişte sınav yapılmamaktadır (01:25:36). Kendi öğrenciliğinde sınıfta kalma uygulaması olduğuna dikkat çeken Seçen, bu uygulamanın kaldırılmasını eleştirir ve bir anısını aktarır (01:27:55). Eğitimine sıkıntılar içinde devam eder. Bütün parasıyla kalem aldığı için aç yattığı, araba lastiğini silgi olarak kullandığı günler yaşar. Bugün var olan imkan ve malzemenin sanatın ilerlemesine vesile olması gerektiğini düşünmektedir (01:28:40). Maddi imkanların yetersizliğinin, insanları ahlaki zaaf göstermeye ve tembelliğe sevk ettiği fikrindedir. Özellikle nüfus yoğunluğunun fazla olduğu yerlerde problemlerin arttığını gözlemler. İstanbul’un bugünkü halini kontrolsüz nüfus artışına bağlar (01:31:33). El sanatlarının gelişiminde öncelikli sorumluluğun Kültür Bakanlığı’nda olduğunu belirtir. Malzeme çeşitliliği ve uygulama zorlukları sebebiyle cilt sanatı diğerlerine kıyasla daha az ilgi görmektedir. Seçen, akademik unvanın sanatta yetkinlikle aynı anlama gelmediğinin altını çizer (01:34:25). Unutulmaya yüz tutan sanatlar konusunda hassasiyet gösterilmesini isteyen Seçen, ustalık azaldıkça uygulama tekniklerinin de unutulduğunu hatırlatır (01:35:20). İcazet geleneğinin tüm klasik sanatları kapsadığı fikrinin hatalı olduğunu vurgular. Sadece hat sanatında icazet verilmesi geleneği vardır. Diğer sahalarda ancak diploma ya da sertifika gibi bir belgenin verilmesi söz konusu olabilir. Bu ayrımın sebebi, diğer sanatlarda hata payı varken yazının hata kabul etmemesidir (01:37:40). Güzel Sanatlar Akademisi’nde Muhsin Demironat, Rikkat Kunt gibi mühim insanları tanıma fırsatı bulur (01:38:10). Hocalarının yerinin dolmadığı kanaatini taşıyan Seçen, destek olunmadığı için yeni üstatların da yetişmediğini kaydeder. Süleymaniye Kütüphanesi’ne 25 sene sonunda ıstampa alınması buna örnek teşkil etmektedir. O vakte kadar kol kuvvetiyle çalışmak zorunda kalır. Yeniden kütüphanedeki çalışma şartlarının yetersizliğine değinerek tahsisat gelmediği için iş yapamadıkları günleri anlatır (01:40:50). Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki şartlar Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarından sonra düzelmeye başlar. Açılan kurslar ve bölümler sayesinde kaybolmaya yüz tutan ilgi yeniden canlanır. Yerel yönetimlerin teşviki ve maddi desteği, her yaştan ve meslekten insanın klasik sanatlara ilgi duymasına sebep olur (01:44:10). Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi bünyesinde ve Dekan Hüsrev Subaşı’nın teklifiyle açılan ana sanat dalını çok önemli bulmaktadır (01:44:55). Klasik sanatların 15 senelik mazisi olduğunu söyleyen Seçen, o tarihe kadar sanatların sadece adının anıldığını düşünmektedir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan 300 bin eserin kaderine terk edilmesi bunun delilidir (01:46:00). Kullanılmayan kitapların daha hızlı ve kolay yıprandığına dikkat çeker. Buna mani olmak için kütüphanelerdeki kitapların hiç olmazsa senede bir kez havalandırılmaları gerekmektedir (01:46:55). Türkiye’de, çalışan insanın sevilmediğini tecrübe eden Seçen, günümüz gençliğinin de çalışmayı sevmediğini vurgular. Tecrübenin insanı olgunlaştırdığını ve güçlendirdiğini ifade eder. Sonraki nesillerin pek çok şeye kendilerinden daha kolay erişmeleri, hayat tecrübesi kazanamamalarına sebep olur. Kızların okula gönderilmelerini ve meslek sahibi olmalarını önemser (01:51:15). Öğrenci sayısı az olan Emin Barın, yalnızca İslam Seçen’i mücellitliğe yönlendirir. Kütüphaneleri ve koleksiyonların durumunu iyi bilen Barın, ihtiyacı öngörerek öğrencilerini ihtisaslaşmaya sevk eder. Yaptığı işten büyük zevk alan Seçen, dünyaya bir daha gelse aç kalma pahasına yine aynı mesleği seçeceğini belirtir (01:52:30). Emin Barın’ın günümüzde yaşayan en yaşlı öğrencisi kaligrafi sanatçısı Ethem Çalışkan'dır. Farklı alanlarda uzmanlaşmaya yönlendirdiği beş öğrenciden diğer üçü; İlhami Turan, Yılmaz Özbek ve Savaş Çevik’tir. Okul haricinde atölyeye de devam ederler. Seçen, Emin Hoca’nın yumuşak karakterinin işlerini sevmelerinde önemli payı olduğunu düşünmektedir (01:53:50). Hocalara talebelerinin kıymet kazandırdığını dile getiren Seçen, öğreticilerin pedagojik formasyon sahibi olmaları gerektiğini savunur (01:56:00). Adını saydığı öğrenciler Emin Barın’ın akademide yetiştirdiği son kişilerdir. Hat ve cilt bölümleri, 1960 yılında kapanır. Barın, grafik bölümünde ders vermeye devam eder. Derslerin devam ettiği dönemde devrin önemli hattatları haftada bir öğrencilerle birlikte meşk etmek için akademiye gitmektedir. Seçen, bu çalışmalara katılan hattatlar arasında Halim Özyazıcı, Hamit Aytaç ve Hasan Çelebi isimlerini sayar (01:57:40). Akademinin, hat ve cilt bölümlerini kapatmasını öğrenci olmamasına bağlar. Cilt bölümü, 1976 yılında yeniden ana sanat dalı olarak açılır. Emin Barın, Muhsin Demironat, Rikkat Kunt ve İslam Seçen göstermelik bir sınava tabi tutulur ve bölüme hoca olarak atanır (01:58:35). Yetiştirdiği çok sayıda öğrencinin profesör olduğunu kaydeden Seçen, yabancı olması sebebiyle akademik unvan alamaz (01:58:50). Hayatındaki en önemli erdemin çalışmak olduğunu ifade eden Seçen, çalışmalarını evinde de sürdürmektedir. Öğrencilerine çalışma disiplini üzerine anlattığı bir hikayeyi paylaşır (02:02:30). Emin Barın’ın vefatına kadar atölyesinde hocasıyla birlikte çalışır. 1987’de 74 yaşında vefat eden Barın’ın ailesiyle halen yakın ilişki içindedir (02:03:35). Matbaaların Surdışı’na taşınmasıyla Barın Han’daki faaliyet de yavaşlar. Dönemin politik simaları da Emin Barın’la temas halindedir. Devlet erkanı, resmi niteliğe sahip beratları Barın’a yazdırır. Hocasından sonra İslam Seçen de diploma, sertifika gibi belgelerin yazımını sürdürür (02:06:55). Kaligrafi sanatını Ethem Çalışkan ve Savaş Çevik devam ettirmektedir. Seçen, Emin Barın’ın Yılmaz Özbek’in yazılarını çok beğendiğini hatırlatır (02:08:15). Akademi’deki tüm hocaların öğrencileriyle yakın bir ilişkisi vardır. Seçen’e göre öğrenciler de ölçülü ve saygılıdır. Kendilerinin takım elbiseyle okula gittiklerini söyleyen Seçen, şimdi öğrencilerin hocalara yol vermediğinden yakınır (02:09:53). Tanıdığı mühim şahıslardan biri de Süleymaniye Kütüphanesi eski müdürü Muammer Ülker’dir. Birikimi ve eserlere hakimiyetiyle tam bir kütüphaneci olarak kabul ettiği Ülker’den övgüyle bahseder. Günümüzde liyakat konusunda sıkıntılar yaşandığını düşünmektedir (02:11:07). Süleymaniye Kütüphanesi’ne seçkin araştırmacılar gidip gelmektedir. Salon küçük olduğu için sınırlı sayıda araştırmacıya hizmet verilebilmektedir. Tüm eserlerin kıymetli olduğunu ifade eden Seçen; hat, tezhip, katı ve minyatür sahasında paha biçilmez bir koleksiyona sahip olduğumuza işaret eder (02:12:40). Geleneğe göre, gözü yorduğu için beyaz kağıda yazı yazılmadığı ve bu sebeple kütüphanedeki eserlerin aharlı kağıtlara yazıldığı bilgisini verir (02:13:15). Süheyl Ünver’in, aher formüllerinin unutulduğundan yakındığına şahit olur (02:13:40). Her malzemenin kağıt üzerindeki etkisi farklı olmaktadır. Mürekkep üretiminde de geleneksel formüller unutulur. Aynı zamanda kimyager de olan Mimar Sinan’ın Süleymaniye’ye is odası yaptığını dile getirir (02:15:30). Klasik sanatlarda kullanılan geleneksel metotlar hakkında bilgiler veren Seçen, atölyede teknolojik imkanlardan da yararlandıklarını dile getirir. Kağıdın ve cildin ömrünü uzatmak için kullanılan çeşitli malzemeler bulunmaktadır. Selülozlu kağıtların asitli oldukları için daha çabuk deforme oldukları yönünde yorumlar olduğunu belirten Seçen, kütüphanelerde yüzlerce yıllık eserlerin bu kanaati çürüttüğünü kaydeder (02:19:40). Seçen, klasik sanatlar için kullanılan bazı aletler ve terimler hakkında da bilgiler verir (02:21:20). Cilt sanatında farklı niteliklerde uygulamalar olduğunu belirtir. Kitaplara, yazıldığı dönemlere ve içeriklerine uygun cilt yapılması ve yazma eserlerle matbu olanların aynı şekilde ciltlenmemesi gerektiğine dikkat çeker (02:26:30). Seçen’e göre yazma eserler bulundukları yerde muhafaza edilmelidir (02:27:22). Süleymaniye Kütüphanesi’nde çalıştığı yıllarda Hazreti Osman döneminde yazılmış bir Kur’an-ı Kerim’i elden geçirir. Eser, Bursa’dan İstanbul’a kurşungeçirmez bir zırhlı araçla getirilmiştir. Kıymetli eserlerin varlığının insan hayatı kadar değerli olduğunu düşünen Seçen, bu sahada ihmale yer olmadığı kanaatindedir (02:27:55). Yurtdışında gördüğü kütüphanelerle Türkiye’yi mukayese eder ve yurtdışında eserlerin çok iyi muhafaza edildiği kanaatini paylaşır (02:31:20). Ders aldığı hocaları izleyerek yıpranmış eserlerin nasıl kurtarılacağını görür. Kemal Batanay ve Emin Barın ile yaşadığı iki olayı aktarır (02:32:55). Akademiye devam ettiği yıllarda hocalar öğrencileriyle yakından ilgilenmektedir. Muhsin Demironat, Mithat Sertoğlu, Şevket Rado gibi isimlerden sanatı haricinde de çok şey öğrenir (02:34:43). Emin Barın’ın vefatından sonra, 1990’da matbaa Çemberlitaş’taki handan taşınır. O tarihlere kadar Hürriyet, Milliyet, Tercüman gibi gazetelerin matbaaları da Cağaloğlu’ndadır (02:35:25). Seçen, Bizans’tan sonra Osmanlı ve Cumhuriyet’in İstanbul’da denizi doldurarak haritayı değiştirdiğini kaydeder (02:36:22). Galata Köprüsü, ilk yapıldığında bugünkü yerinde değildir. İslam Seçen, köprünün 10 metre kadar kaydırılarak bugünkü yerine getirildiğini belirtir (02:36:45). 1950’lerde İstanbul’un güvenli bir şehir olduğunu söyler. Kadınlar gece rahatlıkla dışarıda olabilirken şimdi kendisi akşam saatlerinde dışarı çıkmaktan korkmaktadır. Şehrin uzunca bir süre ihmal edildiğini söyleyen Seçen, sorumluluğun yerel yönetimlerde olduğunu kaydeder (02:37:20). Tarihi yapıların restorasyonunu çok önemsemektedir. (02:37:35). Zaman içinde şehrin altyapısında da kayda değer gelişmeler olur. Seçen’e göre günümüzde en önemli sorunlardan biri güvenlik açığıdır. Gece bekçiliği kurumunun yeniden ihdas edilmesi gerektiğini savunur (02:39:02). Yeniden altyapı meselesine dönerek ağaçların budanmadığı, çöplerin haftalarca sokaklardan alınmadığı günlerin unutulduğu kanaatindedir. 1960’tan sonra, 1970’li ve 1980’li yıllar boyunca aynı sorunlar yaşanır. Seçen, siyasi istikrarsızlığın refahın önünde engel olduğunu belirtir. Terör sebebiyle vatandaşlar da uzun yıllar boyunca sıkıntılar çeker. Gazete okumak bile terörist gruplar tarafından hedefe konulma sebebi olabilmektedir (02:41:05). 1960 İhtilali yaşandığında okuldadır, o gece eve dönemez. Yassıada Mahkemeleri’ndeki suçlamaların gerçekçi olmadığını ve Hasan Polatkan’ın intiharını da şüpheli bulduğunu belirtir (02:42:35). Demokrat Parti iktidarını başarılı bulan Seçen, darbenin dış etkilerle yapıldığını söyler. 1980 İhtilali’nde de birçok insanın mağdur olduğuna şahitlik eder. O günlerde sokağa çıkmayı ölüme gitmeye benzetir. 1980 İhtilali öncesinde Süleymaniye Kütüphanesi’nde çalışmaktadır. Birkaç kez polisten kaçan eylemcilerin kütüphaneye saklandıklarını görür (02:46:05). Kütüphane’de tüm çalışanların işlerine özveriyle bağlı olduklarını kaydeder. Maddi imkanları çok kısıtlıdır. Öğle yemeklerini evlerinden sefer tasıyla götürürler (02:47:00). Yaşanan birtakım sıkıntılar sebebiyle Süleymaniye Kütüphanesi yetkililerine kırgınlığını dile getirir. Kitaplarla ilgili bir sorun yaşandığında herkes şüphe altında kalmaktadır. Muammer Ülker’in müdürlüğü döneminde Süleymaniye Kütüphanesi’nden ceylan derisi üzerine yazılmış bir Kur’an-ı Kerim çalınır. Güvenlik görevlisi olmadığı için giren çıkanı kontrol etmek hademenin vazifesidir. Bu açıktan yararlanan kişiler yazma eserin 12 yaprağını çalar. Türkiye’de bulunamayan kayıp sayfaların Londra’da bir müzayedede satıldığını öğrenir (02:50:50). Süleymaniye bölgesi hakkında bilgiler vererek kütüphanenin gecekondularla çevrili olduğunu, kütüphaneye giden yollarda lağım farelerinin dolaştığını ve caminin ve bahçesinin çok bakımsız olduğunu anlatır. Metruk ahşap binalarda da sık sık yangın çıkmaktadır (02:51:50). Kocamustafapaşa ile Beyazıt arasında otobüs ve dolmuş hattı bulunmaktadır. Seçen 1960’larda dinlenmek için Florya, Emirgan ve Bakırköy bölgelerine gider. Şehir içinde büyük parklar olduğunu ifade eder (02:53:25). 1965’e kadar Bakırköy Plajı’nda denize girer. O tarihlerde İstanbul’un bir anda kalabalıklaştığını belirtir (02:53:40). Apartmanlaşma ve gecekondulaşma 1957’de başlar. Aynı dönemde Karaköy’de istimlakler yapıldığını söyler (02:55:00) İstanbul’a taşındıkları yıllarda memleketten tanıdıkları ailelerle görüşmeyi sürdürürler. Şehre uyum sağladıkça hemşehrilik bağı zayıflamaya başlar. Memleketlerinde kalan yakınları 1990 yılında Kosova’da yaşanan katliamdan kaçarak Türkiye’ye gelir. Bir yıl sonra geri dönen akrabalarının davetiyle ilk kez Priştine’ye gider. Mimariye çok katlı binalar şeklinde yansıyan teknolojik gelişmelerden Kosova’nın da nasibini aldığını görür (03:00:15). Bosnalıların Türkiye’ye karşı Kosovalılardan daha fazla sevgi duyduğunu gözlemler (03:00:40). Balkanlar’dan İslam sanatları eğitimi almak için gelen Kazım Hacımevliç’le yakından ilgilenir. Bu bağlantılar sayesinde Bosna ve Kosova ile yeniden ilişkiye geçer (03:05:25). Evliliği konusunda da bilgiler veren Seçen, eşi Şeyma Hanım’la 1965 yılında evlenir. Evliliklerine Süleymaniye Kütüphanesi Müdürü Halit Dener vesile olur. Cerrahpaşa’da, eşinin ailesiyle karşılıklı dairelere yerleşirler (03:09:20). Oğlu Ebru 1969’da dünyaya gelir. Seçen Lizbon Kütüphanesi’nde çalışmak üzere Portekiz’e gittiğinde oğlu 3 aylıktır (03:09:50). Ebru sanatını çok sevdiği için oğluna bu ismi verdiğini ve o yıllarda henüz yaygın olmayan Ebru isminin daha sonra kız çocukları için tercih edilmeye başlandığını belirtir. Oğlunun bu konuda zaman zaman sıkıntı çektiğini ifade eder (03:11:05). Mesleğinde ilerledikçe ekonomik açıdan rahatlayan Seçen, Şeyma Hanım’ı 1999’da kanser sebebiyle kaybeder. Eşinin rahatsızlığının geçirdiği bir ev kazasından kaynaklandığını düşünmektedir (03:13:40). Oğlu Büyükada’ya yerleştikten sonra İstanbul’da yalnız yaşamaya başlar (03:14:30). Seçen, Habip İşmen, Ayşe Betül Oral ve Melike Kazaz gibi cilt konusunda uzmanlaşmış öğrenciler yetiştirdiğini ve bu isimlerin, sahadaki açığı kapatacak öğrencilerin başında geldiklerini ifade eder (03:16:55). Seçen son olarak, yaptığı ciltlerden örnekler göstermektedir (03:18:56).
Video
Koleksiyon
- Görüşme [3104]