Yazar "Vasiliadis, Mihail" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 3 / 3
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Mihail Vasiliadis ile sözlü tarih görüşmesi 1. bölümVasiliadis, Mihail; 21.11.1939, İstanbul; T.C.; Erkek; Gazeteci; Adlı, AyşeMihail Vasiliadis konuşmasına, nostalji kelimesinin etimolojik kökeninden bahsederek başlar. Türkçe’ye Fransızca’dan geçen kelimenin esasen Yunanca kökenli olduğunu ve iki farklı kelimeden oluştuğunu belirtir. Nostalji, insanın doğduğu yerden uzak olmasından duyduğu buruk acıdır. Doğduğu yerden uzakta olmadığını ancak doğduğu yerlerin kendisinden uzaklaştığını ifade eden Vasiliadis, bu duyguyu ilk defa 28 sene ayrı kaldığı İstanbul’a döndükten sonra hisseder. Yunanlı bir şairin, Türkçe’ye tercüme ettiği Eski Yollar isimli şiirini okur (00:04:48). 28 senelik ayrılığı süresince birkaç defa da olsa İstanbul’a gelir ve yaz tatillerini Burgazada’da geçirir. İstanbul’u görenlerin ona aşık olmaktan kendilerini alamayacağını ve bunun İstanbul’un bir kabiliyeti olduğunu düşünmektedir. İstanbul’u görüp de ona aşık olanların maşukunu aradığını ancak bulamadığını, İstanbul’u bu haliyle görüp aşık olanlara da gıpta ile baktığını ifade eder. Vasiliadis’e göre eski İstanbul artık bir masal olup bugünkü metropol yapısıyla alakası bulunmamaktadır. Sur içi bölgesinden ibaret olan İstanbul’un aslında o yıllarda da, şimdi de bir metropol olduğunu kabul eden Vasiliadis, metropol kelimesinin anlam olarak değiştiğini söyler. 1940’lı yıllardan, İstanbul’dan ayrıldığı 1975 yılının sonuna kadar sur içi bölgesi İstanbul olarak kabul edilmekte ve sur dışı, Yeşilköy mıntıkasına kadar olan meskun yerlerden ibaret sayılmaktadır. Karaköy’ün kendisinden bir önceki nesil için köy olduğunu söyleyen Vasiliadis, kendisi de Feriköy’ün köy olduğu yıllara yetişir. Anne ve babası Çengelköy’de yaşamaktadır. 1940’lı yılların başında kıyıya yakın bir yerde bir cadde açılır. Caddenin açılması için yol üstündeki bir kilisenin yarısı istimlak edilir. Çengelköy sokaklarında seyyar satıcılar dolaşarak taze ekmek satmakta ve cadde üzerindeki yoldan saatte bir otobüs geçmektedir. Deniz tarafından Çengelköy’ün iç taraflarına doğru giden yol da bostanlardan ibaret olup Çengelköy bademi olarak bilinen salatalık yetiştirilmektedir (00:12:58). 1975-2002 yılları arasında Yunanistan’da yaşayan Vasiliadis, 2002’de özellikle Çengelköy’ün iç taraflarının hiç değişmemiş olduğunu, en hızlı değişimin son yıllarda yaşandığını ifade eder. Çengelköy’deki bostanların gözleri bağlı hayvanlarla sulandığını ancak şimdi ne bostanların ne de kuyuların kaldığını ve yerlerine binaların inşa edildiğini anlatır. İstanbul yıllar içinde sadece enine değil boyuna da büyüyerek büyük bir değişim geçirir (00:16:15). İstanbul’un çehresindeki bu dönüşümün müziğe de yansıdığını ifade eden Vasiliadis, bir şarkıdan örnekle musikişinasların İstanbul’un ritmini nasıl yakaladıklarını anlatır (00:18:00). İstanbul’un önemi, geçirdiği bu değişimlere rağmen güzelliğini hala koruyabiliyor olmasındandır (00:18:46). İstanbul’da doğan ve en az 4 nesildir İstanbullu olan Vasiliadis, soyadının etimolojik yapısından yola çıkarak Trabzon kökenli olabileceklerini açıklamaktadır. Bununla ilgili birkaç örnek vererek Kapadokya, Girit ve Arnavutluk bölgelerinde yaşamış Rumların nasıl ayırt edilebileceğinden bahseder. Bir kimsenin İstanbul’un yerlisi olarak kabul edilebilmesi için babasının ve dedesinin İstanbul’da doğmuş olması gerektiğini, çünkü bu süre zarfında İstanbul’un onları İstanbul’a uyduracağını düşünmektedir (00:20:49). Bir vatanının değil memleketinin olduğunu ifade eden Vasiliadis, aynı coğrafyanın insanlarının biraz değişik olsa da temelde benzer bir kültüre sahip olacağına inanır. Mahalle arkadaşlarının çok çeşitli etnik gruplara mensup olduğunu söyleyerek bu arkadaşlarıyla tramvaylara asılıp Bebek’e ya da Beşiktaş’a yüzmeye gittiklerini anlatır. Aynı şekilde mahalle maçlarında bir araya gelen mahalle çocukları da çok az noktada birbirinden ayrılır. Babası vefat ettiğinde Yunanistan mübadillerinden olan Türk komşularının ziyaretini anlatarak farklılıkların sevinçleri ve acıları paylaşmaya engel olamayacağını söyler (00:26:45). Tarlabaşı’nda geçen çocukluk yıllarındaki mahalle ve okul arkadaşlarıyla ilgili bilgiler verir (00:27:56). Diş doktoru olan babasının, Vasiliadis’in Tarlabaşı’nda doğduğu evde bir muayenehanesi vardır. Dedesinin mesleğini tam olarak bilmemekle beraber ticaretle uğraştığını düşünmektedir. Amca ve halalarının eğitim durumlarından bahsederken Taksim ile ilgili bazı bilgiler verir. (00:31:40). Rumların organizasyon biçimleri Osmanlı’daki külliye mantığına yakındır. Her kilisenin içinde muhakkak bir dernek kurularak sosyal, dini ya da kültürel faaliyetlerde bulunulmaktadır. Beyoğlu Spor Kulübü’nün yerinde Beyoğlu Fukaraperver Kadınlar Derneği’nin hizmet verdiğini ve dernek bünyesindeki dispanserde her hafta Rum bir doktorun fakir hastaları muayene ettiğini anlatır. Bu yardımlarda etnik bir ayrım gözetilmeyip sadece fukara kimseler öncelenmektedir (00:37:36). Kurtuluş’taki kilisenin karşı köşesinde bir okul, okulun karşısında bir spor kulübü, spor kulübünün içinde de bir kültür derneği vardır. 1970’li yıllara kadar bu kültür derneğinin çatısı altında tiyatro faaliyetleri yürüten Vasiliadis, o yıllarda Tatavla olarak bilinen Kurtuluş’taki Rum ahaliden bahseder. Rumlar arasındaki maddi gelir farklılıklarına değinerek 1940’lı yıllarda tamamen boşalan Kınalıada manastırının, aileleri yazlığa gidemeyen çocuklar için yazlık bir kampa çevrildiği örneğini verir. Büyükada’daki yetimhanede kalan çocuklar da aynı kurumun çatısı altında çeşitli zanaatları öğrenmek üzere yetiştirilir. Buradan yetişen arkadaşı Petro Markaris’in aldığı eğitimin kalitesi sayesinde Avusturya Lisesi’ne girebildiğini ve kitaplarının dünya dillerine çevrildiğini ifade eder (00:42:32). Rumca bir gazete yayınlayan Vasiliadis, bu gazetede, Aynalıçeşme Rum İlkokulu’nda öğrendiği Rumca'yı kullandığını; eğer lise eğitiminde öğrendiği Rumca'yı kullanacak olursa bugünkü İstanbullu Rumların kendisini anlayamayacağını söyler. İstanbul’da 1923’ten önce yayınlanan Rumca gazeteler bu tarihten sonra kapatılır. Daha sonra 1925’te yayınlanmasına müsaade edilen ilk Rumca gazete bugün Vasiliadis’in çıkarmakta olduğu Apoyevmatini Gazetesi’dir. Gazete, Cumhuriyet Gazetesi ile birlikte Türkiye’nin en eski gazetelerindendir. İlk sayısı, Cumhuriyet Gazetesi'nden birkaç ay sonra basılan gazete, tirajda Cumhuriyet’i çok geride bırakır. Bu durumu, okuma-yazma oranı, Harf İnkılabı ve nüfus mübadelesi gibi başlıklar üzerinden örneklerle açıklar (00:49:14). 21.11.1939 tarihinde doğan Vasiliadis’in babası, doğumundan 10-15 gün önce beyin kanaması geçirir. 01.11.1951 tarihinde vefat eden babasının kendisi için aslında doğumundan önce öldüğünü ifade etmektedir. 1943 yılında tarh edilen Varlık Vergisi nedeniyle evlerine haciz gelir. Bu süreçte 2,5-3 yaşlarında olan Vasiliadis, haciz memurunun evlerine gelişini; hasta babasının yatağından kendi oyuncaklarına kadar pek çok şeye haciz koyulmasını anlatır. Ona göre yaşananların sebebi, bilinçli devlet politikalarıdır (01:01:23). Rumların ve Türklerin birbirleriyle ilişkisinde genelleme yapmanın doğru olmadığını; her iki tarafta da sevdiği ve sevmediği insanlar olduğunu ve olabileceğini ifade eder. 6-7 Eylül Olayları yaşanırken kapıcıları eline bayrak alarak dışarı çıkar ve kalabalığın evlerine girmesini önler. Ancak aynı kapıcı hemen sonra o kalabalığa karışarak yağmaların içinde yer alır. Bu durumun kendisini çok düşündürdüğünü ifade eden Vasiliadis, olayların bu noktaya gelmesini Kıbrıs’ta yaşanan olaylara ve gazetelerdeki nefret söylemine bağlamaktadır (01:07:00). İnsanların ırkları üzerinden değil ancak coğrafyalarından ayrılabileceğini düşünmektedir. Bir Rum’un bir Türk ile evlenmesinin, bir Kanadalı ile evlenmesinden daha farklı olacağını ve anlaşmanın kesinlikle daha kolay olacağını ifade eder (01:10:32). Varlık Vergisi döneminde azınlık olup da sıkıntı yaşamayan bir tek kişi dahi olmaz. Vasiliadis, bu süreçte yaşananları değil insanları birleştiren şeyleri konuşmak istediğini vurgular (01:12:55). Ablası Vasiliki ile aralarında 3 yaş vardır. Ablasının uzun yıllar önce Kanada’da oturan teyzesiyle yaşamaya başladığını, hiç evlenmediğini ve ömrünün Türkiye, Yunanistan ve Kanada üçgeninde geçtiğini belirtir. (01:14:12). 1940’lı yıllarda azınlıklara mensup 20 yaş üstü bütün erkekler kötü koşullara sahip toplama kamplarına götürülmektedir. Evlerine haciz geldikten sonra büyük anneannesinin Çengelköy’deki evinde yaşamaya başlarlar. O yıllarda sokaklarda bekçilerin dolaştığını ve geceleri ışık yakmanın yasak olduğunu anlatır. Harp yıllarında gökyüzü büyük projektörlerle aydınlatılarak kontrol edilir. Beykoz’dan sonrası müstahkem mevki olup askeri bölgedir ve boğaz ve ada vapurlarının gece çalışması yasaktır. O yıllarda ve öncesinde yaşadığı sıkıntıları aşabildiği için huzur bulabildiğini ve bu anılarını çocuklarına anlatırken kişileri değil esas müsebbipleri göstererek anlattığını vurgular (01:22:45). Rum aileler yaşadıkları sıkıntıları çocukların yanında konuşmayarak hem kendilerini hem de çocuklarını muhafaza etmeye çalışır. Rumlar, maddi ve manevi değeri olan bazı eşyalarını Türk komşularına vererek Varlık Vergisi’nin yaptırımlarından kurtarmaya çalışırlar (01:23:57). 1930’lu yıllarda Atina’ya giden anneannesinin bir hatırasından yola çıkarak Almanların Yunanistan’ı işgalinden sonra başlayan iç savaşın sebep ve sonuçlarına değinir. 1946-1949 yılları arasındaki bu savaşın etkilerini Yunanistan’da bugün hala görebilmektedir. İç savaşın şiddetinin başka herhangi bir savaştan daha fazla olacağını vurgular. 1945 yılından sonra verilen Marshall yardımlarıyla bütün Avrupa ülkeleri ekonomik olarak kalkınır ancak Yunanistan bundan faydalanamaz. Bu sebeplerden dolayı İstanbul’daki Rumların Yunanistan’a gitmek gibi bir istekleri olmaz. Ancak İstanbul Rumları kendi aralarında çeşitli yardımlar toplayarak Yunanistan’a gönderir (01:31:10). 1945 yılında savaş bitince Çengelköy’den evlerine dönerek babasının mühürlenen muayenehanesini de kiraya verirler. Odayı Yunanistan’dan gelen bazı tiyatrocular kiralar. Vasiliadis’in tiyatro sevdası da bu sayede ve bu dönemde başlar (01:33:22). Mübadele ile Yunanistan’a gidenler, Türkiye’ye gelenlerden çok daha fazla olup savaştan yeni çıkmış bir ülkede olmanın zorluğunu yaşarlar. Vasiliadis, bu mübadillerin Yunanistan ekonomisine önemli katkılar sağladığını söyler (01:34:46). Rumlar evlerinde Rumca konuşur ancak her Rum aynı Rumca'yı konuşmaz. Örneğin üst düzey bir Rumca konuşan babasının kullandığı bazı kelimeler Yunanistan’da bile çok bilinmemektedir (01:36:41). Sur içinde yaşayan Rumlar, 6-7 Eylül Olayları’ndan sonra Beyoğlu ve Kurtuluş taraflarına taşınmak için uğraşır. 1964 yılında sınır dışı edilmeleriyle de İstanbul’un Rum nüfusu 90 binlerden 30 binlere düşer (01:37:38). Tarlabaşı Bulvarı’nın sol tarafındaki son binanın birkaç bina gerisinde kalan Aynalıçeşme Rum İlkokulu’nu ve ilkokula çok yakın olan doğup büyüdüğü evi tarif eden Vasiliadis, çocukluk yıllarına dönerek bazı anılarını aktarır. Mahalledeki Türk arkadaşlarıyla takım kurarak Türk-Rum maçı yaptıklarını ve karşı takımda Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın da olduğunu söyler. Aynalıçeşme’de Türklerin de yaşadığını ancak azınlıkta olduklarını, Fatih’te Türklerin çoğunlukta olduğunu ve Beyoğlu’nun da bu yönüyle iki eşit parçaya bölünmüş bir nüfus yapısı olduğunu vurgular. Bu bölgelerde yaşayanların sosyoekonomik yapısıyla ilgili bazı bilgiler verir. Bunun dışında Rumların yaşadığı bölgeleri sayarak kilisenin olduğu her yerde mutlaka bir Rum mahallesi olacağını belirtir. 1964’ten önce Rumların yaşadığı Tarlabaşı bölgesinden ve Ahmet Ümit’in Beyoğlu’nun En Güzel Abisi isimli konuyla ilgili kitabından bahseder (01:42:58).Öğe Mihail Vasiliadis ile sözlü tarih görüşmesi 2. bölümVasiliadis, Mihail; 21.11.1939, İstanbul; T.C.; Erkek; Gazeteci; Adlı, Ayşeİstanbul’da değişen şeyleri değil de değişmeyenleri saymanın daha kolay olacağını söyleyen Vasiliadis, konuşmasına Beyoğlu’ndan bahsederek başlar. Beyoğlu’ndaki dükkanlar ve mağazalar, müşterilerinin profili değiştiği için değişir. 1920’li ve 1930’lu yıllarda Avrupa modasını bir hafta arayla Beyoğlu’nda takip etmek mümkündür. İstanbul’da o yıllarda yaşayanların İstanbul’u ile şimdi yaşayanların İstanbul’u farklıdır; çünkü bu değişim doğrudan İstanbul’da yaşayanlarla alakalıdır (00:05:13). Yenikapı’da Bizans dönemine ait bir limanın, mahkeme kararına rağmen aynı gün yıkıldığını söyleyen Vasiliadis, artık insanlığın bir kültür değeri olan bu türden yapıların korunması gerektiğini ve İstanbul’un hepimizin İstanbul’u olduğunu ifade eder. Bölünmenin ve herkesi bir grubun üyesi olarak görmenin kimseye bir şey kazandırmayacağını düşünmektedir. Herkesin İstanbul’dan bir şeyler kapıp kaçmak derdinde olduğunu, kimsenin kendine ve İstanbul’a bir şey katmak için uğraşmadığını söyler. İstanbul’a gelerek Üsküdar’da oturan biri Üsküdarlı, Beyoğlu’nda oturan biri Beyoğlulu, Fatih’te oturan biri de Fatihli olabilir; ancak İstanbullu olamaz. İstanbullu olabilmek için bunların hepsinden bir şeyler alıp yoğurmak ve bunlarla kendini eğitmek gerekir (00:12:39). Beyoğlu’ndaki Rum nüfustan yola çıkarak Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen ve tanıdıkları orada olduğu için Beyoğlu’na yerleşenlerin önce Beyoğlulu sonra da aklının ve kalbinin açıklığına göre İstanbullu olduğunu ifade eder. 1930’lu ve 1940’lı yıllarda İstanbul’da 40.000 Rum yaşarken bu sayı 1960’lı yıllarda daha da artar. Bunun nedeni sur içindeki Rumların 1955 yılındaki 6-7 Eylül Olayları’ndan sonra Beyoğlu’na taşınmalarıdır. 1964 yılında da 13 bin Rum sınır dışı edilir. İstanbul’un 90 bin üstünde olan Rum nüfusu 18 ay sonra 30 binin altına düşer. Gayrimenkuller satılamadığı için binalar ve işyerleri boşalır. Ve Anadolu’dan göç ile gelenler Rumlardan boşalan bu ev ve iş yerlerine yerleşir (00:19:11). Babasının Tarlabaşı’ndaki doktor bir arkadaşının evinden detaylı olarak bahseden Vasiliadis, 7 kişilik bir ailenin yaşadığı o evde sonradan 70 kişinin yaşadığına şahit olur. Nüfusla birlikte artan suç oranının bölgedeki kiraları ve satışları etkilemesinin arkasında bilinçli bir uygulama olduğuna inanmaktadır. Beyoğlu, o evde oturan 7 kişinin yaptığı alışveriş, 70 kişinin yaptığı alışverişle tamamen farklı olduğu için değişir (00:26:29). 19.y.y.’da Ege Denizi’ne çizilen sınırın, önceki yüzyıllarda olmadığını; dolayısıyla kültürün ve ticaretin bundan etkilendiğini belirten Vasiliadis, hem Atatürk’ün hem de Venizelos’un bu durumun farkında olduklarını düşünmektedir. İki devlet lideri arasında Türk ve Yunan ilişkilerini ekonomik ve sosyal anlamda iyileştirecek anlaşmaya 1934 yılında imza atılır. Ancak İsmet İnönü, cumhurbaşkanlığı döneminde yaşanan Kıbrıs sorunu nedeniyle bu anlaşmayı tek taraflı olarak fesheder. 13 bin Yunan vatandaşı aynı yasayla 18 ay içinde ülkeyi terk etmek şartıyla sınır dışı edilir. Bu anlaşmanın feshedilmesi, Türkiye’nin ilerleyen süreçlerde elde edebileceği kazançları da engeller. Vasiliadis, siyaseten yerine getirilmesi beklenen bazı taleplerin gerçekleşebilmesi için Türkiye’nin önce Türkiye Rumlarının hakkını vermesi gerektiğini düşünür (00:40:20). Tarlabaşı Bulvarı yapılmadan önce, yolun iki tarafında kalan Rum evleri istimlak edilerek geliri Merkez Bankası’na yatırılır. 1990’larda İstanbul’a dönen Rumların sadece bir kısmı bu haklarını alabilir ve alınan miktar da satılan mülklerin gerçek karşılığı değildir (00:45:09). Varlık Vergisi ve azınlıkların kamplara çalıştırılmak üzere götürülmesi gibi yasal düzenlemeler, Rumları 6-7 Eylül Olayları’ndan daha fazla etkiler. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde öne sürülen sebepler göz önünde bulundurulduğunda en büyük zararı Türkiye görmektedir (00:51:25). İstanbul’daki Rum ilkokullarını sayan Vasiliadis, 3 tane olan Rum liselerini birleştirmek istediklerini söyler (00:53:24). Vasiliadis, Aynalıçeşme İlkokulu’ndan sonra Zoğrafyan Lisesi’ne devam eder. Sultanahmet’teki Yüksek Ticaret’e gittiği yıl, Yunanistan’dan yeni gelen Rum bir öğrenciye bazı derslerde yardımcı olurken aralarında Rumca konuştukları için aldığı tepki ve bununla ilgili olarak yaptığı kavga okulu bırakmasına sebep olur. 1958 yılında yaşadığı bu olaydan sonra yedek subay olarak askerliğini yapar (00:54:39). Eski İstanbul’un alışveriş kültürüne değinerek maddi durumu iyi kimselerin Beyoğlu’ndan, bütçesi daha kısıtlı olanların da Eminönü’nden alışveriş yaptıklarını söyler. (00:56:40). Azınlıklar, Demokrat Parti’yi 1946’dan itibaren desteklemeye başlar ancak o seçimlerde açık oylama, kapalı sayım yapıldığı için sonuçlar önceden bellidir. Azınlıklar, 1954 yılında yapılan erken seçimlerde de Demokrat Parti’yi destekler. 1957 seçimlerine kadar Demokrat Parti’yi destekleyen Vasiliadis, bu seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’ni desteklediğini ancak sonrasında pişmanlık duyduğunu belirtir. Demokrat Parti’nin ve o yıllardaki hiçbir partinin Türkiye’deki demokrasiyi ileriye taşıyacak bir gücü olmadığını düşünmekte ve bunu bazı örneklerle anlatmaktadır (01:01:18). İstanbul’daki imar faaliyetlerinin İstanbul’u öldürdüğünü söyleyen Vasiliadis, özellikle Avrupa ve Amerika ülkelerinde şehrin mimari ve tarihi yapılarının korunduğunu ve onların İstanbul’dan daha kıymetli olmadığını vurgular (01:04:54). 28 Nisan’da Rami Kışlası’nda ateş idare subayı olarak askerliğini yapmaktadır. Emrindeki yaklaşık 90 kişilik askeriyle Beyazıt’ta çıkan olayları yatıştırmak için gönderilir. Yola çıkmak üzere hazırlanırken kendisine askerlere dağıtması için mermi verilir ancak bu mermileri dağıtmaz. Beyazıt’a vardıklarında askere olan saygı nedeniyle öğrencilerin büyük çoğunluğu geri çekilir. Olayların Beyoğlu’na sıçramaması için çeşitli önlemler alınır. Yeni Cami önünde çadır kurarak askerleriyle 5 gün boyunca kalır ve bu sırada hiç uyumaz. Buradan da yine askerleriyle Sulukule’ye geçer. Sulukule’de yeni emir için beklerken bir grup subay ile Muammer Karaca Tiyatrosu’ndaki Cibali Karakolu isimli oyunu izlemeye giderler. Bu oyunda yaşadığı bir olayı ve Sulukule romanlarıyla ilgili bir anısını anlatır (01:19:36). 1960 İhtilali’nden sonra Beyazıt’ta kutlamalar yaparak askerin ve ihtilalin lehinde slogan atan gençler kendisini üniformalı görünce omuzlar üstüne alarak Aksaray’a kadar taşırlar. Yeniden 28 Nisan’da ve ihtilal sonrasında yaşananlara değinen Vasiliadis, ne olursa olsun darbe ile ileriye gidilemeyeceğinin Yassıada’da anlaşıldığını düşünmektedir (01:22:07). Geçirdiği bir kaza sonucunda hava ordusundan kara ordusuna geçiş yapan bir tuğgeneral ve hacı çavuş olarak hitap ettiği bir çavuş ile ilgili anılarını aktarır (01:28:15). Babasının rahatsızlığı nedeniyle mesire ya da yazlık yerlere pek gidemezler. Varlık Vergisi ile haczedilen eşyaları babasının muayenehanesine kapatıldığı ve kapısı da mühürlendiği için yaklaşık 1,5 sene büyük anneannesinin Çengelköy’deki evinde kalırlar. 1945 yılında Tarlabaşı’ndaki evlerine dönerler. Aileleri yazlığa gitmeyen çocuklar için hazırlanmış kamplara yeniden değinerek kendisinin de bu kamplara katıldığını söyler. Askerlikten önce çalışmaya başladığı dönemlerde yaz tatillerini Burgazada’da geçirir. Rumların özellikle Burgazada’yı çok sevdiklerini ve onun dışında Büyükada ve Heybeliada’ya gittiklerini; Kınalıada’nın ise Ermenilerin tercih ettiği bir sayfiye yeri olduğunu belirtir. Türkler ve Museviler de daha çok Büyükada ve Heybeliada’ya gider. Elit tabakadan olan Museviler ise özellikle Burgazada’yı tercih eder. Adalar dışında, Büyükdere, Sarıyer, Yeniköy ve Tarabya bölgeleri de Boğaz’ın önemli sayfiye yerleri arasındadır. İstanbul’a daha yakın Arnavutköy gibi yerler ise hem yaz hem kış oturulan muhitlerdir. Üsküdar ve Kadıköy daha yerleşik bir yaşam tarzının hakim olduğu yerler olup çok farklı din ve kültürlerden insanları barındırmaktadır. Kuzguncuk, kilise, cami ve sinagogun yan yana görülebileceği bir köydür. Beylerbeyi de özellikle paşaların ve onların yardımcılarının ikamet ettiği bir muhit olarak bilinmektedir. Kanlıca ve Kandilli de Rum cemaatinin kilise ve mekteplerini barındıran iki önemli bölgedir (01:36:24). Rum mutfağı olarak isimlendirilen mutfağın aslında İstanbul mutfağı olduğunu söyleyen Vasiliadis, sadece balıkçıların genelde Rum olmasından kaynaklanan ufak bir fark olabileceğini ifade eder. Zaten yoksulluğun hakim olduğu ve askeriyenin her şeye el koyduğu 1940’lı yıllarda insanların en önemli sorunu kıtlıktır (01:39:44). Yazlığa gidemeyen çocuklar için Burgazada’da yapılan kampın bir benzeri daha sonra Kınalıada’da da yapılır. Ortaokuldayken de bu kamplara katılan Vasiliadis, en fazla 2 ay kalabildiğini, çünkü ailesine destek olmak için yaz tatillerinde çalışmak zorunda olduğunu anlatır. İlk defa 8-9 yaşlarındayken bir berberin yanında çalışmaya başlar. Daha sonra ise bir mefruşatçıda çalışarak işin inceliklerini öğrenir. Bu süreçte İstanbul Üniversitesi’nin de perde işlerini yaparlar (01:43:17). Ablasının ilkokulu bitirdikten sonra Fransız okuluna gittiğinden ve kendisini okutabilmek için eğitimini yarıda bırakarak çalışmaya başladığından bahseder. Rum toplumunda kadınların çalışması herhangi bir sıkıntı teşkil etmeyip aksine büyük çoğunluğu meslek sahibidir. Beyoğlu Spor Kulübü’nün yerindeki atölyeyi hatırlatarak o binanın üst katlarının atölye olduğunu ve 12-13 yaşlarındaki kız çocuklarının buradan yetişerek terzilik öğrendiğini anlatır. Rum kadınları bunun dışında da pek çok iş alanında yer almaktadır (01:46:26). İstanbul’un eğlence kültüründen bahseden Vasiliadis, Dolmabahçe Stadı’nın arkasında Güneypark ve Denizpark isimli iki gazino olduğunu ve bunlardan Güneypark’ın daha iyi bir programa sahip olduğunu söyler. Yunanistan’dan gelen ve babasının muayenehanesini kiralayan tiyatrocu bir hanımefendi ile 9-12 yaşlarındayken Güneypark’a gider. Gazinoya sadece Rumlar değil, Türkler de gider ve orada hem Türkçe hem de Yunanca şarkılar okunur (01:51:51). Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen tiyatro gruplarının çok iyi olduğunu; İstanbul’daki seyircinin de bu kaliteyi tanıdığını söyleyen Vasiliadis, bu kültür alışverişinin 1964 yılına kadar devam ettiğini ifade eder. Bu tarihten sonra İstanbul’daki tiyatro faaliyetlerinin yeniden canlanması için kendi tiyatro grubunu kurar. 1964-1965 yıllarındaki sınır dışı edilme olaylarından sonra sahneledikleri “Gitmeden Gülün” isimli oyundan bahseder. Tam 10 hafta boyunca sahnelenen bu oyundan sonra da “Kaç Kişi Kaldıysanız Gelin Gülün” ve son olarak da “Gülün ve Gitmeyin” isimli Rumca oyunları sahnelerler. Bu oyunları en ön sıradan seyreden Vasiliki Behçet hakkında duydukları şeylerden bahseder. Tiyatro gurubundaki arkadaşlarını anlatan Vasiliadis, pazartesi günleri Yeni Tiyatro’da sahneledikleri bir oyunda seyircinin oyunculara gösterdiği ilgiden sözeder. Sanat Arkadaşları isimli bu tiyatro grubunun üyeleri daha sonra Yunanistan’a göç eder (02:03:51). 1958 yılında Peyami Safa’nın Rumlar aleyhinde kaleme aldığı iki yazıya cevap yazarak gazeteciliğe ilk adımını atmış olur. Eğitim alanı finans ve ticaret olan Vasiliadis, bir yandan da Hür Ses isimli haftalık bir gazetenin sorumlu müdürü olarak çalışmaktadır. Daha sonra günlük bir gazetenin sorumlu müdürü olarak çalışmaya devam eder. Kuruçeşme’deki Kumaş Boya Apre Fabrikası’nda da finans müdürlüğü görevini yürütür. 15 sene boyunca bu fabrikada çalışır. 1964 yılında milli birliği bozacak şekilde Rumluk propagandası yapmakla suçlanır. 1964’ten 1975’e kadar süren bu davada iki defa beraat alır ancak karar bozulur. Kesin beraat kararı çıkana kadar bekler ve üçüncü beraattan sonra İstanbul’u terk eder (02:07:35). Rum cemaatinin çıkardığı Apoyevmatini ve Embros gibi gazetelerden kısaca bahseder (02:08:28). İstanbul’dan ayrılma nedenlerini anlatan Vasiliadis, Yunanistan’daki diktatörlük bittiği, davası sonuçlandığı ve Türkiye’de emekli olma hakkı kazandığı için 1974’te Yunanistan’a gider. O yıllarda İstanbul’un çocuk yetiştirmek için uygun olmadığını gerekçeleriyle açıklar. Aleyhinde açılan dava ve davanın iddianamesi ile ilgili detaylı bilgiler verir (02:15:38). Okuldaki tiyatro grubunun sorumluluğunu üstlenen Vasiliadis, eşi Marika Hanımla da bu süreçte ve ortak arkadaşları aracılığıyla tanışır (02:17:30). Yunanistan’a gittikten sonra uyum sağlamak konusunda herhangi bir sıkıntı yaşamadığını; dil ve din ortaklığı sebebiyle zaten büyük bir avantaja sahip olduğunu ve Yunanistan ile Türkiye’nin aslında aynı coğrafyanın iki ülkesi olduğunu ifade eder. Yunanistan’a gidenlerin uyum sağlayamadığı düşüncesini de reddeder. Çünkü 1955’ten sonra Türkiye’den giden Rumların ne kendileri ne de çocukları için Türkiye’de bir gelecek beklentisi içinde olmadıklarını düşünmektedir. 1964’te gidenler, 1923’te gidenler gibi büyük bir yoksulluk içinde olmadığından uyum sağlamaları kolaylaşır. Rumların Yunanistan’a gitmesiyle yaşadıkları bir anısını aktaran Vasiliadis, onların Yunanistan’a gittikleri için değil, Türkiye’den kovuldukları için mutsuz olduğunu ifade etmektedir (02:28:22).Öğe Mihail Vasiliadis ile sözlü tarih görüşmesi 3. bölümVasiliadis, Mihail; 21.11.1939, İstanbul; T.C.; Erkek; Gazeteci; Adlı, AyşeMihail Vasiliadis, Rum ailelerinin büyük çoğunluğunun mütedeyyin insanlar olduğunu ve okullarında din dersi verildiğini ifade etmektedir. Bunun dışında kiliselerde de dini vecibeler ve akideler öğretilmektedir (00:05:38). İmar edilen yerlerin mamur olması gerektiğinden bahseden Vasiliadis, imar faaliyetleri kapsamında yapılan işlerin sonuçlarına bakıldığında ne mamur edilmiş, ne de temaşa edilecek bir İstanbul kaldığını söylemektedir. Yunanistan’daki benzer bir durumu da bir örnek vererek, dünya mirası açısından büyük öneme sahip kentlerde herhangi bir inşa faaliyetine başlamadan önce her ayrıntıyı hesap etmek gerektiğini vurgular. İstanbul, her dönem yeni bir renge boyanarak İstanbul olma özelliğini kaybetmektedir (00:12:19). Eski İstanbul, her noktasından yeşilin ve denizin görülebildiği yaşanası bir şehirdir (00:14:08). Rum cemaatine ait bağ ve bahçeler de bu imar faaliyetleri sırasında istimlak edilir. Kazlıçeşme’deki boya fabrikaları inşa edildikten sonra bölge kokudan yaşanmaz bir hale gelir. Özellikle Bakırköy-Yeşilköy arasında kalan bölge tamamen yeşillik olup trenden denizi görmek mümkündür. Şehri ve şehrin yapısını etkileyecek bu türden faaliyetlerin var olan değerler ve gelecek yıllar hesaba katılarak yapılması gerekir. Örneğin boya fabrikalarına ait atıkların denize dökülmesinin engellenmesi ve bunun için de ilgili tesislerin kurulması gereklidir. Vasiliadis, şimdiye kadar hiçbir otoritenin bunları dikkate almadığını ifade etmektedir. Anadolu Hisarı’nda hem Karadeniz’i hem de Boğaz’ı gören bir kaleden bahsederek oradan şimdi sadece bir şantiye alanının görülebildiğini anlatır. Göçlerle artan nüfusun getirdiği bazı ihtiyaçlar olduğunu kabul etmekle birlikte bu göçlerin neden ve nasıl olduğunu da sorgulamakta ve sorgulanması gerektiğini düşünmektedir (00:22:17). Rumların büyük çoğunluğu özellikle 1960’lı yıllardan sonra İstanbul’u terk etmek zorunda kalınca geride kalanlar da asimile olur. İstanbul’un çok kültürlü yapısına yeniden kavuşması isteniyorsa bazı şartların sağlanması gerektiğine inanmaktadır. Oturma ve çalışma izinleri iptal edilerek göç etmeye zorlanan 13 bin Rum için bugün yeniden oturma ve çalışma izni çıkarılarak İstanbul’un mozaiğinin tamamlanabileceğini ifade eder. Şu an Türkiye’de yaşayan Yunanistan mübadilleri gibi Türkiye’den Yunanistan’a gönderilen mübadillerin de Türkiye’de yaşaması mümkün kılınmalıdır (00:31:47). Yunanistan’da kaldığı süre zarfında İstanbul’a gidip gelir ve hatta 1 Mayıs 1977’de Taksim’dedir. İstanbul’da ikamet etmese de sık sık gidip gelmek suretiyle fark ettiği değişimden üzüntü duyar (00:34:13). Vatanı olmadığını ancak memleketinin İstanbul olduğunu belirten Vasiliadis, İstanbul’dan ayrılmasına neden olan hususlara yeniden değinerek hem gidişinde hem de gelişinde etkili olan detayları anlatır. 2002’de, kapanmak üzere olan Apoyevmatini Gazetesi’nin işlerini devralmak üzere İstanbul’a döner. Dönüşünün bir diğer önemli sebebi de 3 Kasım seçimlerinde oy kullanma isteğidir. Oyunu AK Parti lehinde kullandığını ve birçok Rum arkadaşına bu yönde propaganda yaptığını ifade eder. Bu düşüncesinin temelinde yatan nedenleri ve düşüncesinin değişme nedenlerini de detaylarıyla açıklar (00:40:12). Yunanistan’da ikamet ettiği dönemde de gazetecilik yapan Vasiliadis, Yunanistan’daki İstanbulluların çıkardığı 3 gazeteden bahseder. Bu gazetelerin hepsi tek bir konu etrafında yayın yaptığı ve kendisi de sadece İstanbul’un tarihi ve kültürü ile ilgilendiği için Yedi Tepe manasına gelen Eptalofos gazetesini çıkarmaya başlar. Aylık olarak çıkardığı gazete, diğer üç gazeteyi tirajda çok geride bırakır. Bu durumu gazetenin içeriğine bağlayarak Türkiye’den giden Rumların durumu ile ilgili bazı çıkarımlarda bulunur (00:45:38). Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının hiç bozulmadığını ve resmi prosedür işleri yüzünden Yunanistan’dan vatandaşlık almak için uğraşmadığını belirtir. Yunanistan’da doğan ve Yunan vatandaşı olan çocuklarından bahsederek onların da farklı kültürlere ve farklı coğrafi bölgelere aidiyet duyduklarını vurgular (00:50:17). Apoyevmatini Gazetesi’nin kurucuları olan amcaları, aslında eczacıdır. Azınlıkların büyük çoğunluğu eczacılık mesleği ile iştigal etmektedir. Lozan Antlaşması sonrasında alınan tedbirle her mahallede sadece bir tane eczane kalması kararı çıkar. Kapatılacak eczanelerin belirlenmesi de kura yöntemi ile olur. Çekilen kurada genelde azınlıklara mensup kimselerin eczaneleri çıkar ve kapatılır. Amcalarının eczanesi de bunlardan biridir. Açılması için Galatasaray Lisesi’ndeyken arkadaşları olup devlet kurumlarında görev alan bazı kişilerden yardım isterler. İstanbul’da 1922 yılına kadar pek çok Rumca gazete çıkarılmaktadır. 1922’de gelen yasak 1924 yılına kadar devam eder. 1924’te yeniden Rumca bir gazete çıkarılması söz konusu olunca amcaları bu görevi üstlenir. Bu süreci detaylarıyla anlatan Vasiliadis, Ankara’dan yardım alarak açılan bu gazetede, Ankara’dan gelen bazı talepleri de uygulamak zorunda kaldıklarını belirtir. 91. yılına girmek üzere olan Apoyevmatini’nin kuruluş sürecinde yaşananları detaylarıyla anlattıktan sonra gazeteyi 2002’de devralışına da değinir (00:58:42). 1980 İhtilali döneminde Türkiye kesinlikle yaşanılacak bir yer değildir. 1977’de ve sonrasında çeşitli nedenlerden ötürü Türkiye’ye gelip gider (01:00:12). Turgut Özal dönemini, Türkiye’nin kabuğunu kırarak batıya döndüğü bir dönem olarak tanımlar. Yeni düşüncelerin gündeme gelebildiği bu dönemin bir benzerini 2002’de de yaşayarak AK Parti’ye oy verir ancak daha sonra fikri uyuşmazlıklar nedeniyle bu ilişiğini keser (01:01:53). 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin yaşandığı günü Türkiye’nin en kötü günlerinden biri olarak görmektedir. Darbe girişimi başarılı olsa da olmasa da ertesi günün 15 Temmuz öncesinden daha kötü olacağına inanmaktadır. Bu girişimin toplumun desteğiyle engellenmesinin olumlu görebileceğini ancak yine de bu konuda bazı soru işaretlerinin olduğunu belirtir (01:08:01).