Arşiv logosu
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
Arşiv logosu
  • Koleksiyonlar
  • Sistem İçeriği
  • Analiz
  • Talep/Soru
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
  1. Ana Sayfa
  2. Yazara Göre Listele

Yazar "Deran, Erol" seçeneğine göre listele

Listeleniyor 1 - 2 / 2
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Erol Deran ile sözlü tarih görüşmesi 1. bölüm
    Deran, Erol; 05.07.1937, Ankara; T.C.; Erkek; Ressam, Kanuni; Adlı, Ayşe
    05.07.1937 tarihinde Ankara ilinin Polatlı ilçesinde doğan Erol Deran’ın iki erkek kardeşi vardır. Babasının görevi nedeniyle Anadolu’nun birçok ilinde bulunurlar. Ortaokula Erzurum’da başlar. Daha sonra İstanbul’a gelerek Beyoğlu Atatürk Erkek Lisesi’nden mezun olur. 1957 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’ne girer (02:45). Gençlik yıllarındaki Beyoğlu’nu anlatan Deran, ilçenin kültürel renkliliği tam manasıyla yansıttığını ifade eder. O yıllarda Beyoğlu’nun sokakları ve tramvaylar bile çiçek gibi kokmaktadır. İstiklal Caddesi’nde baştan sona yürümenin önemli olduğunu ve her defasında muhakkak ünlü bir isme tesadüf edileceğini söyler. Sosyal değişimlerin önüne geçilmesi mümkün olmamakla beraber eskiden dışarıdan gelenlerin bile İstanbul kültürünü öğrendiklerini ve buna uygun yaşadıklarını belirtir. İstanbul’un sadece şehir hayatı değil köy hayatı da kalitelidir. Her sebzenin ya da meyvenin yetiştiği yer belli olup, mevsiminde yenilmesine de dikkat edilir. Kültür söz konusu olduğunda idarecilerden halka kadar herkesin çok dikkat etmesi gerektiğini söyler (13:25). İstanbul’un yalıları ve ağaçlarıyla meşhur olduğunu yani beş duyuya hitap ettiğini belirtir. Erguvan, sümbül ve gül ağaçları da en yaygın olanlarıdır. Kültürün her boyutuyla kaybolduğunu ve 500’ü aşkın makama sahip olan Türk müziğinin bile birkaç makama hapsedildiğini vurgular (16:40). Subaylık görevi yapan babası Burhanettin Deran, Paşa olmak üzereyken ciddi bir rahatsızlık geçirir. İlk müzik hocası eline mandolin vererek notaları öğreten babasıdır. Erzurum’da yaşadıkları yıllarda radyodan duyduğu taksimden çok etkilenir ve kanun eğitimi almak ister. Babası, kanun öğrenmenin zor olduğunu söyleyerek vazgeçirmeye çalışsa da ertesi gün bir kanun alarak eve gelir. Herhangi bir hocadan eğitim almadan ve sadece kendi kendine çalışarak 1957 yılındaki radyo imtihanlarını kazanır. Esas hocasının tabiat olduğunu ve tabiatta estetik olmayan hiçbir şeyin bulunmadığını ifade eder. Kanun öğrenme sürecini detaylarıyla anlatır (22:06). Yoksulluğun had safhada olduğu II. Dünya Savaşı yıllarında her şeye rağmen çok mutlu olduklarını söyler. Abisi keman, kardeşi ud, babası da tambur çalarak zaman zaman meşk ederler. Babasının bu meşklerde kendilerini nasıl eğittiğine dair bazı anılarını aktardıktan sonra hem resim hem de musikiye verdiği değeri açıklar (28:58). Disiplinli bir insan olan babası, çocuklarını da aynı şekilde yetiştirir ve bu disiplin anlayışı, aralarında bir mesafenin oluşmasına neden olmaz. Özellikle edebe ve manevi değerlere çok önem veren babasıyla ilgili bazı anekdotlar aktarır (33:23). Deran 3 yaşındayken annesi Bedahat Hanım ile babası ayrılır. Fırsat buldukça annesini ziyaret etse de çok sık görüşemez. Hem şair hem de bestekar olan babası daha sonra Nazire Hanım ile evlenir (36:15). İstanbul’u koruma ve savunma isimli bir dernek kurulması gerektiğini söyleyen Deran, İstanbul’un sadece Türklerin değil bütün dünyanın mirası olduğunu ifade eder. Şehirde en çok ihtiyaç duyulan şeylerden biri de yeşil alanlardır. İstanbul’un bozulduğunu, değiştiğini ancak her şeye rağmen çok güzel olduğunu kabul eder. Çocukluğunun İstanbul’u denilince aklına gelen bir anısını paylaşır (39:35). Babası çok rıza göstermese de Güzel Sanatlar Akademisi’nin imtihanlarına katılır ve kazanarak kumaş desinatörlüğü bölümüne girer. Resme olan ilgisi hiç bitmez ve 1982 yılında ilk kişisel sergisini açar (42:00). İstanbul’un doğurgan bir şehir olduğunu düşünen Deran, bir şehrin kıymetinin bilinmesinin bir kadının kıymetinin bilinmesiyle aynı ve doğru orantılı olduğunu ifade etmektedir (44:45). 1980 yılına kadar biriktirdiği resimlerini bir büyüğünün tavsiyesi ile dağıtmaya başlar. Bu durumun kendisini gerçekten geliştirdiğini ve resimlerini kızını ya da oğlunu evlendiriyormuş gibi verdiğini söyler (46:25). Resimlerinin ana teması her zaman İstanbul’dur. Deran’a göre resmettiği her şeyi hissetmesi, resim yapmasından daha önemlidir (48:12). Resim yapmaya başladığından beri ana tema olarak İstanbul’u kullanan Deran, İstanbul siluetindeki değişime de tanıklık eder. Her mimari yapının yakışacağı bir yer olacağını ancak mesela bir gökdelenin Boğaz’da asla bir yerinin olamayacağını düşünür. Şehrin değişimine bir ressam gözü ile baktığında İstanbul’un grileştiğini görür. Bu renksizliği giderecek en önemli şey de ağaçlar ve yeşillik mekanlardır (50:45). İstanbul’un farklı tepelerinde resimler yapan Deran, her meslek grubunun bir amaca hizmet ettiğini ve kendisinin de İstanbul’un her halini yakalayarak resmeden bir ressam olduğunu söyler (52:22). Hafızların, solistlerin, sazendelerin, öğretim üyelerinin bir araya geldiği müzik toplantılarına katılır. Bu toplantılardan birinde yaptığı taksimi çok beğenen Behçet Kemal Çağlar, şahsına bir şiir yazarak hediye eder. Musikişinas kimselerin evinde yapılan bu toplantılardan birine Saadettin Kaynak da katılır. (57:07). 1960 yılında yedek subaylığını yapmak üzere gittiği Ankara’da 8 sene kalır. Daha sonra yeniden İstanbul Radyosu’na gelir. Hem radyoda hem de konservatuvarda çalışır. Emekli olduktan sonra da başka bir üniversiteye geçerek akademisyenliğe devam eder (57:57). II. Dünya Savaşı’nın yaşandığı ve CHP’nin tek başına iktidar olduğu yıllarda toplum üzerinde bir baskı olduğunu ve bunun da siyasi ve sosyal gidişin bir gereği olduğunu belirtmektedir. CHP’nin uzun iktidar döneminden sonra Demokrat Parti’nin beklenen süreci başlattığını düşünmektedir (01:00:40). 1951-1952 yılları arasında geldiği İstanbul’da Beşiktaş’ta yaşamaya başlar. Daha sonra Fatih’e taşınır. İlçenin bazı caddelerinden kısaca bahseder (01:01:34). İstanbul Radyosu’nun imtihanlarına girmek için o sıralarda rahatsızlığı nedeniyle hastanede yatan babasından müsaade ister. Babasının da izni ile girdiği sınavda makamlardan ara nağmeye kadar pek çok şey sorulur. Bu sınavı detaylarıyla aktardıktan sonra radyoya girdiği ilk günden bahseder. Giriş taksiminin geçiş taksiminden daha kolay olduğunu bir anısıyla beraber açıklar. 3 yıl sonra Ankara Radyosu’na geçer. Orada da 7-8 yıl çalıştıktan sonra yeniden İstanbul’a döner (01:06:23). Tamburi Cemil Bey’in oğlu Mesut Cemil Bey ile çalışmaktan büyük memnuniyet duyduğunu çeşitli vesilelerle ifade eder. Tam bir müzik adamı olan Mesut Cemil Bey, Orhan Borar’ın batı müziği orkestrasında da yer almaktadır. Mesut Cemil Bey’in teklifi ile Deran da bu orkestraya dahil olur. Mesut Cemil Bey’den ve orkestradan kısaca bahseder (01:12:59). Deran, müziğin özne, tekniğin ise müziğin hizmetçisi olduğunu düşünmektedir. Müziğin hizmetçisi olan tekniğin hiçbir şekilde müziğin önüne geçmesini ya da alaşağı etmesini doğru bulmamaktadır (01:14:03). 12-13 yaşlarında kanun çalışmaya başladığında 3 isim dışındaki hiçbir ismi dinlemez. Çünkü geriye kalanların hepsi zaten bu üç ismin taklitçileridir. Herhangi bir cemiyete girmeden kendini yetiştiren Deran, taklit etme ihtiyacı hissetmez. Bir yandan akademiye giderek eğitimini devam ettirir diğer yandan da radyodaki işlerini yürütür (01:17:19). Çok çalışkan bir öğrenci olmamasına rağmen yüksek bir not ortalaması ile mezun olur. Sabri Berkel, Gevher Bozkurt ve Zeki Müren’in de hocası olan Sabih Gökçe gibi hocalardan ders alır. Gevher Bozkurt’tan ve öğrencileriyle kurduğu ilişkilerden kısaca bahseder (01:21:00). Radyolarda hangi makamın okunacağına dair bir kural yoktur. Radyolarda çalınmayan makamların gazinolarda fasıl olarak çalındığını, zaten gazinolarda çalanların da çoğunlukla radyo çalışanları olduğunu söyler. Öyle ki bazı insanlar sadece fasıl dinlemek için gazinolara gelmektedir. Gazino ve meyhanelerin İstanbul kültüründeki yerine değinir (01:14:25). İstanbul’un Küçüksu, Kandilli, Çengelköy gibi bölgeleri tozlu olsa da yeşillik olması sebebiyle mesire yeri olarak çokça ziyaret edilmektedir. Nüfus yoğunluğu çok fazla olmadığı için o yıllarda İstanbul’un kocaman bir aile gibi olduğunu ifade eder. Ölçülü her davranışa saygı gösterilmektedir. Kadıköy, Moda’da arkadaşlarıyla buluştuklarını ve bu buluşmalarda sandal sefası yaparak arkadaşlarına kanun çaldığını anlatır. O yıllarda hem ilişkiler hem de duygular başka türlüdür (01:28:37). Manevi büyüklerin ve değerlerin kendisi için ne ifade ettiğini kısaca anlatır (01:31:13). 6-7 Eylül Olayları’ndan sonra İstanbul’un kültürel renkliliğinin sona yaklaştığını ve sonraki süreçte gelen zorunlu göçler nedeniyle bu bütüncül kültür yapısının tamamen bölündüğünü belirtir. Bu olaylardan sonra toplum genelinde hem bölünmüş olmanın hem de ekonomik çıkmazların sıkıntısı yaşanır. Kuzguncuk’ta kilise, cami ve havra bir arada bulunmakta ve kimseyi de rahatsız etmemektedir. Deran’a göre aynı çeşitlilik İstanbul Radyosu’nda vardır (01:36:16). Askerliğini Ankara’da yapan Deran, 1960-1968 yılları arasında başkentte yaşar. İhtilal öncesi yıllarda yaşanan toplumsal karışıklıklara ve özellikle öğrenci çatışmalarına değinir. Sanat Akademisi’nde bu tarz olaylar ve çatışmalar yaşanmaz. Akademinin sosyal hayattaki karşılığını bir örnek vererek açıkladıktan sonra sesler ve renklerle meşgul olmanın kendisini ne kadar mutlu ettiğinden bahseder (01:36:17). 2 senelik askerlik süreci boyunca Ankara Radyosu’nda çalar. 1964 yılında Ankara’da evlenir ve 1968 yılında yeniden İstanbul’a dönerek Şişli ilçesinde yaşamaya başlar. Çengelköy’deki bir yalı dairesini satın alma hikayesini anlatır. 1990 yılında ikinci evliliğini yapar (01:38:00). Yalı dairesinde kaldıkları yıllardan bahseden Deran, tekneyle Boğaz’da açıldıkları günleri hatırlar. Bambaşka özellikleri olan yalı hayatı, yalı sahiplerine farklı bir hayat tarzı sunar (01:41:36). İnsan ilişkilerindeki samimiyete çok değer verdiğini söyleyerek Anadolu Hisarı’nı resmetmek üzere gittiği Göksu’da tanıştığı bir İstanbul beyefendisinden bahseder. Bu beyefendi ile aralarında geçen diyaloğu detaylarıyla anlatır (01:47:15). Göksu’da çok fazla resim yapan Deran, Santuri Ethem Efendi’nin yalısının önünde çekilmiş fotoğrafını göstererek bir anısını aktarır. Anadolu Hisarı’nın önündeki yalıların resmini yapmak istediği bir dönem çalışmaya başlayabileceği en uygun noktayı ararken gıyaben tanıdığı bir albayın evinin en güzel açıda olduğunu farkeder. Albaya ulaşmaya çalışır ancak evde olmadığı için duvardan atlayarak birkaç gün Hisar’ı resmeder. Bu anısını detaylarıyla anlattıktan sonra resim yaparken ders alınacak maceralar da yaşadığını belirtir (02:03:27). Hem yalı kültürünün hem musiki anlayışının değiştiğini ve yozlaştığını belirten Deran, artık bir yalıda oturmadığı için memnundur. Yalı kültürü çok ciddi bir sosyal hayatı teşvik etmektedir. Ancak yalılar yıllar içinde el değiştirdikçe bu sosyal hayat da tat vermez olur. Rıhtım buluşmaları ve sohbetlerden aradığı huzuru bulamadığı için yalıdan ayrılır. 1999 depreminin de bu ayrılışında payı olduğunu kabul eder (02:08:11). Sadullah Paşa Yalısı’nın bulunduğu koy, zaman içinde kirlenmeye başlayınca manevi olarak rahatsızlık duymaya başlar (02:09:00). Siyasi iktidarlar değiştikçe kültür politikaları ve sosyal yaşam da değişir. Yani bu değişim her alanda birbirine paralel bir şekilde gitmektedir. Müzikteki yozlaşmanın da aynı dönemlere denk geldiğini ve eskiden radyonun önünden geçemeyen kişilerin zaman içinde ilgi görmeye başladıklarını belirtir. 1976 yılında açılan konservatuar üzerinden örnek vererek bu kültürel yozlaşmanın boyutlarına değinir (02:15:30).
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Erol Deran ile sözlü tarih görüşmesi 2. bölüm
    Deran, Erol; 05.07.1937, Ankara; T.C.; Erkek; Ressam, Kanuni; Adlı, Ayşe
    Erol Deran konuşmasına, Bilim ve Sanat Vakfı bünyesindeki sözlü tarih çalışmasını yürütenlere teşekkür ederek başlar. İstanbul’un seslerini ve renklerini yaşayan ve hepsini bir bütün olarak gören Deran, İstanbul’un bir müziği ve uğultusu olduğunu ifade eder. Orhan Veli Kanık’ın İstanbul üzerine yazdığı şiirden örnek vererek aynı duyguları kendisinin de şiddetle hissettiğini belirtir (02:21). Böylesine zengin bir musiki kültürüne sahip olunmasına rağmen arabesk akımının ya da Arap müziğinin toplumda yer edinmesini anlamamaktadır. Kültürün toplumun her katmanında yer etmesi gerektiğini, verdiği örneklerle anlatır (05:36). Bağdat’ta bütün dünya müzisyenlerinin bir araya geldiği bir organizasyona katılır. Burada yaklaşık 20 dakika boyunca klasik bir potpori icra eder. Bunun dışında Fransız bir katılımcının Türklere yönelik olumsuz ifadeleri nedeniyle bir konuşma yaparak söylenenlere mukabelede bulunur. Bu konuşmayı, Türk kültürünün güzelliğine güvendiği için yapar. Yurtdışında verdikleri konserlerin, düzenlenen Mevlevi ayinlerinin o toplumlar üzerindeki etkisine şahit olsa da aynı ilgiyi Türkiye’de göremediğini ifade eder. Nüfus artışı ve göçler, nitelik açısından bir katkı sağlamadığı gibi kalitenin de giderek düşmesine neden olur (14:17). Tamburi Cemil Bey’in icrasına yetişecek bir sazendenin yetişmediğini belirten Deran, o isimlerden kalan kültüre sahip çıkılmadığını ve bunun yanında maddi değerlerin de yok edildiğini söyler (16:10). Osmanlı’nın İstanbul’a verdiği kıymete değinerek tarihin adaleti her konuda tesis ettiğini ve hakkı verilmeyen her şeyin geri döndüğünü belirtir (21:12). Eski İstanbul’da trafik ışıklarının olmadığı yerlerde polis noktaları vardır. O polis memurları dahi İstanbul’a ve İstanbul kültürüne yakışacak tavırlar içinde görev yapmaktadır (22:16). Kültürel yozlaşma nedeniyle her türlü kültür topluma küser. Denizler kirlendikten sonra, balıklar azalır, cinsler tükenir. En büyük temennisi İstanbul’un kültürü ve toplumu ile barışmasıdır (23:45). İstanbul’un manzara noktaları, Hikmet Onat’ın tablolarında en güzel haliyle görülebilmektedir. Hikmet Onat ile 90’lı yaşlarındayken açtığı bir sergide tanışır. Hikmet Onat, Üsküdar ilçesindeki Şemsipaşa’dan, Beykoz’dan, Çengelköy’den ve Kanlıca tepelerinden İstanbul’u resmeden tablolar yapar. Henüz çok genç yaşta olan Deran, Onat’ın yanında çalışmak istese de ömrü vefa etmediği için bu şansı yakalayamaz (27:25). Her işin özüne ulaşmayı esas aldığını söyleyerek bazı hadisleri nakleder. Tekamül etmiş son dinin Peygamberi Hz. Muhammed’in dediklerini uygulamakla insan olunacağını söyler. Peygamber, Müslümanların öğretmeni olarak insan ilişkilerini de düzenler. Bu terbiyeden ve eğitimden geçmiş herkes, İstanbul’a ve Türkiye’ye hizmet etmek zorundadır (32:43). Ankara’daki radyo sanatçıları, Birleşmiş Türk Müziği Sanatçıları başlığı altında bir müzikhol meydana getirirler. Bu sanatçıların düzenlediği konserlere katılan kimselerin de ortamdaki kültürel atmosfere aykırı herhangi bir tavır içinde olmadıklarını ve olamayacaklarını ifade eder. Aynı şekilde İstanbul’daki gazinolardan bahisle dönemin önemli sanatçılarını zikreder. Bebek Belediye Gazinosu’nda Saime Sinan’a çalar. Perihan Sözeri, Sabide Tur Gülerman gibi sanatçılar, o yıllarda radyolarda çalan eserleri gazinolarda da seslendirmektedir. Taksim’deki Kristal Gazinosu’nda çalmak ister. Solist de Perihan Sözeri’dir. Bu gazinodaki anılarını aktaran Deran, o fasıllardaki renkli nağmeleri ve o nağmelerin sahipleri olan sanatçıları zikreder. Arabesk müziğin o devirde neye karşılık geldiğini anlatır. Arabesk lafından utandıklarını ve arabeskin musikideki makamları ve dolayısıyla zenginliği azalttığını belirtir (47:20). Tunus’ta Ruşen Kam yönetimindeki bir konserde bulunur. Tunus Konservatuarı’nın misafiri olduklarını ve konservatuarın kendilerine hazırladıkları konserde, Tamburi Cemil Bey’den bir eser icra ettiklerini söyler (49:49). İTÜ Konservatuarı’nda birçok usta yer aldığı için çok iyi öğrenciler yetiştirilir. İTÜ’nün diğer konservatuarlardan en büyük farkı, sadece ses değil enstrüman eğitimi de veriyor olmasıdır. Usta hocalar değiştikçe anlayış ve eğitim de değişir. Sanatçılığın nişansız profesörlük olduğunu vurgulayan Deran, kendi payesini nasıl aldığını da anlatır (52:25). 65 yaşını doldurduktan sonra İTÜ’den emekli edilir. Bu yaş sınırının anlamsız olduğunu düşünmektedir. Kendisiyle aynı dönemde emekli edilen önemli isimlere değinir. İTÜ’den emekli olduktan sonra Haliç Üniversitesi’ne geçiş yapar (53:45). Babası 1965, annesi ise 1984 yılında vefat eder (54:10). 1990 yılında evlendiği eşi Gülden Hanım ile tanışma hikayesini aktarmaktadır (55:41). Konservatuar sınavlarına katılan Tarkan’ı başarılı olamadığı için sahne sanatlarına yönlendirdiğini ve kendisinin bu anekdotu hatırlamayıp gazetelerden okuduğunu belirtir. Bu örnekten yola çıkarak başka bir öğrencisini, eğitim konusunda nasıl yönlendirdiğini anlatır (01:00:13).

| Bilim ve Sanat Vakfı | Kütüphane | Rehber | OAI-PMH |

Bu site Creative Commons Alıntı-Gayri Ticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile korunmaktadır.


Vefa Caddesi, No:41, 34134, Fatih, İstanbul, TÜRKİYE
İçerikte herhangi bir hata görürseniz lütfen bize bildirin

DSpace 7.6.1, Powered by İdeal DSpace

DSpace yazılımı telif hakkı © 2002-2025 LYRASIS

  • Çerez Ayarları
  • Gizlilik Politikası
  • Son Kullanıcı Sözleşmesi
  • Geri Bildirim